anadoluda şiir ve kadın

Yazar Ayten Mutlu
1- ANADOLU’DA ŞİİR VE KADIN
Günümüzden 12 bin yıl önce, düşünerek, tasarlayarak üretmeye başlayan İlk insanın yurdu olan Anadolu; ilk mimari yapının kurulduğu, buğdayın ilk kez evcilleştirildiği, tarımın ilk kez uygulandığı Neolitik döneme geçiş, ilk dokumanın gerçekleştirildiği, yazının ilk kez icat edildiği ve ilk yazılı kaynakların ve ilk yazılı kanunların üretildiği, ilk dinsel metinlerin kayda geçirildiği, ilk ilahilerin söylendiği, felsefenin ilk kez İnsan yaşamına girdiği, ilk destanların yaratıldığı ve daha nice ilkleri doğuran, dişi toprak. Akdeniz’in doğusundan batısına açılan kavimler kapısı. Binlerce yıl insan bilincinde hüküm süren “Ana Tanrıça Kybele’nin doğum yeri olan bu toprak, yukarıda da değindiğimiz gibi, dünyanın kayda geçmiş ilk şair ve yazarı olan bir kadının, Sümerli bir ay rahibesi olan Enheduanna’nın da anası. Arkeolojik buluntulardan başlayarak kaynaklar bize, bu bölgede kadının ve erkeğin çağlar boyunca yaşamı eşitliğe dayanan iş bölümü çerçevesinde ürettiklerini gösteriyor. Mezopotamya`da kurulmuş Site Devletlerinin pek çoğunu kadınların yönettiği bilinen bir olgu. Eski Mısır’da Kutsal tapınaklarda fahişelik yapan rahibelerin pek çoğunun şiirler yazdığı ve toplumsal yönlendirici rollere sahip oldukları bir gerçek. Erkek egemen estetik anlayışın ve yaratısının karşısına kadının estetik anlayışını koyan ve sesini bugüne değinayni güçle taşıyan kadın. Ama böylesine şiir dolu bir havza olan Ortadoğu’da, tarihsel süreç içinde kadın, şiirde tek tük örnekler dışında etkinlik gösterememiş. Anadolu’da bin yıllık Hitit egemenliğinde bilinen kadın şair yok. Arabistan şiirinde ise ağlayıcı kadınların ağıtları, bugün de Arap şiirinde önemli bir form olan Mersiye formunuyaratmış. Bu ağlayıcı kadınlardan bilinen tek şair Hansa. Hansa nasıl da lirik bir şair.Selçuklularda ise bir yıldız falı bakıcısı olan Müneccime Hatun. Bu örnekler de gösteriyor ki, kadınlar ancak, toplumda belirli bir görev ya da işlevsellik nedeniyle saygınlık kazandıkça, yazdıkları ciddiye alınmış, ya da hoşgörü gösterilmiş. Bunun dışında, Osmanlı’da şiir üretmiş kadın şairlerin dışında, Cumhuriyet dönemine kadar günümüze kalabilmiş kadın şaire ulaşamadım
.
2- OSMANLILAR DÖNEMİNDE KADIN ŞAİRLER
600 yıllık bir zaman diliminde 1300-1900 Osmanlı Şiir geleneğinde ürün vermiş ve günümüzde bilinen kadın şair sayısı ne yazık ki çok az. Kronolojik olarak isimler şöyle; Zeynep Hanım, Mihri Hatun, Ani Fatma Hanım, Fitnat Hanım, Şeref Hanım, Adile Sultan, Leyla Hanım, Leyla Saz, Nigar Hanım, Şükufe Nihal Başar, Hubbi Ayşe Hanım, Sırrı Hanım, Nesibe Hanım, Saffet Hanım, Sıtkı Hanım, Şeref Hanım, Tuti Hanım Bektaşi geleneğinde ürün veren Halk Ozanı kadınlar ise; Emine Beyza Bacı, Banu Cevheriye Çankırılı, Arife Bacı ve Ayşe Çukurovalı Yukarıda, kısaca değinerek erkekler tarafından kurulduğunu vurguladığımız ve öğretileni yansıtma temelinde, erkek söylemi, erkek düşünce tarzı, inançları ve arzularıyla inşa edilmiş Osmanlı şiir geleneği içinde bir kadın, şiir yazmaya nasıl cesaret edebilirdi? Ama, her şeye karşın, dünyada olduğu gibi, Anadolu’da da şiir yazan ve günümüze kalabilme başarısı gösteren kadınlar var elbet. Peki, neydi bu kadınların ortak paydası?Konuya buradan yaklaşınca, ilk ortak nokta, mensup oldukları sosyal sınıf olarak karşımıza çıkıyor. Pek az insanın okur-yazar olduğu bir dönemde, klasik şiirin üretildiği ve sunulduğu yer, doğal ki, imparatorluğun yüksek sınıfına mensup insanların çevresiydi. Ve bu kadınlar da, Bektaşi geleneği içinde varlık gösteren kadın ozanlar dışında, hep bu yüksek sınıfın mensubu kadınlardı. Ya saray çevresinde, farklı yetenekleriyle öne çıkabilmiş kalfa kadın, ya padişah kızı, ya yüksek sınıftan birinin yakını, örneğin bir kadı kızı, ya da karısı... İkinci ortak özellik de, hemen hepsinin, o dönemde yazılan temalarla, yaygın sözcük ve kalıpların gücüyle ilerlemiş olduklarıdır. Belki Mihri Hatun’un farklılığını, kendi kişisel duygu ve düşüncelerini yazdığı şiire aktarmış ilk, belki de o dönemde tek kadın şair olduğunu Vurgulayarak belirmek gerek. Ama o da klişeleri kullanmış, egemen metafor ve söylem biçiminin dışına çıkamamıştır. Bir diğer ortak özelliğe gelince; hemen hepsi, kendilerini şiir ortamına kabul ettirebilmek, bir Divan şairi olarak tanınabilmek için, şarklı erkek söylemiyle düş kırıklıklarını gizlemiş, şiirlerinde cinsiyetleriyle ilgili hiçbir ipucu verememiş, erkek egemen söylem biçimiyle açıkça aynılaştırılmış bir sesi kullanmış, ya da kullanmak zorunda kalmış olmalarıdır. Dönem dönem yazılan ve içinde şairlere ait biyografi ve bilgilerin yer aldığı, Tezkirat-ı Şuara’larda kadın şair adına ya çok az rastlanır, ya da hiç rastlanmaz. Bu şairlerin hiç biri, yerleşik kalıpların değişen parçalarından biri olamamıştır. Ta ki, 1780 yılında ölen Fitnat Hanım’a gelinceye dek. Daha önce, kadın şairler, erkeklerin metaforlarını takip etmek zorunda kalmışlardır. Kadınların kendi kişiliklerini şiirde belirtmesi, kadınlıklarını yansıtabilmeleri ise ancak çok yakın tarihlerde mümkün olabilmiştir. Bu şairlerin kısa yaşam öykülerinden ve şiirlerinden örnekler vererek sözümüzü tamamlamadan önce; Cumhuriyet döneminin ilk önemli kadın şairi olan Yaşar Nezihe Bükülmez’i de saygıyla yad etmek isterim. Egemen çevrelerce sürekli dışlanan iftira ve yalanlarla karalanan bu şair, yoksulluklar acılar ve yakınlarının ölümleriyle acılaşan yaşamında yılmamış ve şiir yazmayı sürdürmüştür. Kadını şiirin öznesi değil, nesnesi olarak görmeye koşullanmış anlayış ne yazık ki günümüzde de, ayni katılıkta olmasa bile sürüyor ne yazık ki. Ama ben inanıyorum ki, kadınlar diğer bütün alanlarda olduğu gibi şiirde de hak ettiği yeri almak üzeredir.****

Divan şiirinde bilinen ilk kadın şair Zeynep Hatun .
15. Yüzyılda yaşamış bir kadı kızı ve bir kadı karısıdır. Zeynep Hatun. Çağdaşı olan Mihri Hatun ile aralarında latifeler ve karşılıklı şiir söyleşmeleri vardır. Divani Sultan Mehmet adına düzenlenmiştir.

GAZEL
Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu alem anasırı firdevs-i enver et
Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cinanı muattar et
Hattın berat verdi saba yeline dedi
Tez er Hatay`a Çin`i tamam et müseehhar et
Yara yolunda aşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hecr ile canın mükedder et
Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et
Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi
Merdane var Sade-dil ol terk-i ziver it

Günümüz diliyle;
Aç yüzünün örtüsünü yeri göğü aydınlat
Bu maddeler dünyasını nurlu cennet et
Dudaklarını kımıldat kevser havuzunu coştur
Amber kokulu saçını çöz, bu dünyayı kokularla doldur
Yüzündeki tüyler, sabah yeline ferman yazdı ve dedi:
Çabuk git Hatay ile Çin ülkelerini zaptet
Sevgiliye, yolunda aşk ile derdinden ölenin
Ayrılıkla canını kederle et diye kim söyler ?
Zeynep, dost sevgili saçları gibi darmadağınıksın
Deli olma şiirlerini divan ve defter durumuna getir
Zeynep, dünyaya isteklerini kadın gibi bildir
Var sade ol ve dilini sadeleştir.

Zeynep Hatun, şiirlerinde, sadece erkek söylemini kullanmakla kalmamış, şiirlerinde kadının patriyarkal nosyonunu yaygınlaştırıcı bir söylem de kullanmıştır. Kadının isteklerini, açgözlülük olarak nitelendirir ama aşağılık konumundan sıyrılma isteğini de anlatır. Zeynep Hatun, bir şair olarak kabul görebilmek için, arzularının “merdane” olmasını ister. Tıpkı alçakgönüllü bir erkek gibi, bilge olmak isteğini vurgular. Kadının, baskın egemen erkek hukukta vurgulanan bazı olumsuz özelliklere sahip olduğunu kabul eder. Yumuşaklık, sevecenlik...gibi bazı kadına özgü değerleri, zayıflık ve ruhsal eksiklik diye nitelendirir.Aşık Çelebi, “Mesairus Şuara” adlı kitapta, Zeynep Hatun’un son dönemde şiiri bıraktığını yazar. Diğer erkek şairlerle görüşmeyi kesmiş ve kocasının baskısı altında yaşamayı sürdürmüştür. Bu durum “münasip ve erdemli bir davranış” olarak görülür. “ Zeynep ere varup, eri hukminde olup şi’rden ve rical ile musahibetten çekinmiş” der ve bu durumu olumlar bir ifade kullanır Aşık Çelebi. Bu, diğer erkeklerin ortak fikridir zaten. Çünkü kadının eline, erkeklik sembolu olarak görülen bir kalem alıp şiir yazmaya kalkışması, Erkek dünyasına bir saldırı olarak bakılmasa bile en azından uygunsuz, saçma ve kadınlık erdemlerini küçültücü bir durum olarak görülmektedir.

Mihri Hatun 1460- 1506

Amasya`da dogdu, Kadı Mehmet Çelebi`nin kızıdır. İyi bir öğrenim görmüş, Arapça ve Farsça`yı öğrenmiştir. Sultan II. Beyazid`in ve onun oğlu şehzade Ahmed`inAmasya valilikleri sırasında bu şehirde toplanan alim ve sanatkarların meclislerine devam etti. Hiç evlenmedi, Amasya`da oldu. Sade bir dille yazdığı kaside ve gazelleri ile tanınır. Kadın divan sairleri içinde kendi aşk duygularını rahatça ve samimi bir şekilde yazması bakımından farklı bir yere sahiptir. Divani Moskova`da basıldı. 1967

Gazel
Habdan açtım gözüm nagah kaldırdım seri
Karşıma gördüm durur bir mah-cehre dilberi
Talim sa`d oldu yahut kadre erdim galiba
Kim mahallem içre gördüm gice doğmuş müşteri
Nur akar gördüm cemalinden egerçi zahira
Kendisi benzer Muselmana libası kaferi
Gözümü açıp yumunca oldu çeşmimden nihan
Söyle teşhis eyledim kim ya melektir ya peri
Erdi cun ab-hayate mihri ölmez hasredek
Gördu çun seb zulmetinde ol ayan İskenderi
***
Uykudan açtım gözümü ansızın kaldırdım başımı
Karşımda durur gördüm bir ay yüzlü güzeli
Kısmetim kutlu oldu ya da itibarlandım galiba
Ki mahallemde geceleyin Musteri yıldızının doğduğunu gördüm
Yüzünden nur akan gördüm ise de
Kendisi Müslümana benziyor, giysisi ise kafir giysisi
Gözümü açıp yumunca gözümün önünden kayboldu
Şöyle belirledim ki, sevgili ya melektir ya da peri
Mihri kıyamete dek ölmez, çünkü o olumsuzluk suyuna erdi
Gördü, çünkü o gece karanlığında apaçık İskender`i


15. yüzyılda, Mihri Hatun’a yönelik olarak şair Necati Bey’in koyduğu tavır yukarıda söz ettiğimiz anlayışın somut yansımalarından biridir. Mihri Hatun, Necati Bey’in bir şiirine bir nazire yazınca, Necati Bey, Mihri Hatun’u bu cüretkar davranışı için cezalandırmak amacıyla şu gazeli yazar;
Ey benum si`rume nazire diyen
Cikma rah-i edebden eyle hazer
Dime ki iste vezn u kafiyede
Si`rum oldi Necatiye hem-ser

Asıl sorun ise, Sultan II. Beyazıd’dan; Bir kadının bir erkekten, yani, Necati Bey’e verilenden daha yüksek bir ihsan para aldığı için Mihri Hatun’a duyduğu öfkedir.

Ani Fatma Hanim ?-1710
Genç yaşında güzel yazı yazmak ve şiir söylemek hevesine düşen Ani, cağının oldukça tanınmış şairlerindendir. 1710`da Yenişehir-Fener`de oldu. Divanı varsada basılmamıştır.



GAZEL
Feramuş itti hayli dem beni yad itmeden kaldı
Benim çok sevdigim mahzunu dilşad itmeden kaldı
Nola t`amirine kasd itmese şah-ı cihan banım
Bilür kim hatır-ı viranım abad itmeden kaldı
Kalupdur bahr-i gamda fülk-i dil yok sahil-i maksud
Hayıflar rüzgarim bana imdad itmeden kaldı
Düşelden ran-ı aşk-ı yare zar ü natüvandır dil
Ser-i kuyinde halim yare feryad itmeden kaldı
Niçün derpey olur Ani ki hal-i Kays`ı bilmez mi
O biçare yetürdi kendin irşad itmeden kaldı


***Unuttu hayli zaman, beni anmadan kaldı
Benim çok sevdiğim, üzgünü mutlu etmeden kaldı
Ne olur onarmaya girişmese Tanrım
Bilir ki yıkık gönlüm şen etmeden kaldı
Gönül gemisi gam denizinde kalmıştır, ulaşılacak kıyı görünürde yok
Üzülür zamanım bana yardım etmeden kaldı
Sevgilinin aşkının yoluna döşeli gönül, güçsüz ve ağlayandır
Sevgiliye yolun başında halimi ağlayarak anlatmadan kaldı
Niçin ardı sıra gider Ani, ki Kays`ın durumunu bilmez mi
O çaresiz kendini yitirdi, doğru yolu bulamadan kaldı***

Fitnat Hanim?-1780
Divan sairi. Asil adi Zübeyde`dir. Seyhülislam Ebu İshakzade Mehmet Esat Efendi`nin kızıdır. İstanbul`da doğan Fıtnat Hanım, iyi bir öğrenim gördü. Küçük yaştan itibaren edebiyatla uğraştı. Divan şiirin genel karakterine uygun, erkekçe bir söyleyişi, başarılı bir nazım ustalığı vardır. İstanbul ağzını, halk deyimlerimiz Naili`nin edasıyla, Nedim`in çapkın havasıyla kolaylıkla bize aktarır. Divanında hikmetlerle müsammatlar, gazellerle kasideler, şarkılarla tarihler uyumlu bir dil ustalığı içerisinde yer alır. İlim ve kültürden uzak biri ile evlendiği için mutsuz bir hayat surdu. İstanbul`da öldü. Fitnat Hanım, bir Divan oluştururken, erkek ustalara bir mesaj vermek için, bütün kalıplaşmış söylem biçimlerinin yanına çıkmalar yaparak, farklıanlatımlarla yeniden ifade edilmiş, ayni anlama gelen dizeler yazar ve şiirde nasıl kullandığını açıklar. Böylece geleneği değiştirmek ister. Bu çabası, ne yazık ki otoriteler tarafından “basit ve düz anlatım” olarak karşılanır. Böylece, Fitnat Hanım’ın bu çıkışı, önemsiz ve gelenek için tehditten uzak hale getirilmiş olur.

GAZEL
Neşve-i cam-ı muhabbetle gönül cuş eyler
Çekilen der ü gamı cümle feramuş eyler
Kıl hazer alma sakın aşık-ı zarın ahın
Seni bir şuh-ı sitemkara felek dun eyler
Bir nigehle komadı derdimi takrire mecal
Çeşm-i mestin nice guyaları hamuş eyler
Hale-i mah gibi sineye çekmiş mihri
Bezm-i vuslatta o kim yari deraguş eyler
Sen hem gülşen-i hüsnünde figan et cü hezar
Fıtnata derd-i dilin belki o gül guş eyler


Gönül sevgi kadehinin neşesiyle coşar
Çekilen dert ve üzüntüyü bütünüyle unuturağlayan aşığın ahini alma sakin
Seni bir zulmedici güzele keder düşkün eyler
Bir bakışla derdimi anlatmaya derman koymadı
Sarhoş gözün nice söyleyenleri susturur
Ay haleleri gibi güneşi göğsüne cekmis
O ki kavuşma meclisinde sevgiliyi kucaklar
Sen hemen güzelliğinin gül bahçesinde binlerce kez ağla
Ey Fitnat, bekli gönül derdini o gül sevgili dinler


........................................................................
....................................................................


makalenin devamı için
http://www.turksiiri.org/yazdir.asp?id=69007



Ocak 2002 - Deneme Yazar Ayten Mutlu

30.05.2009www.turkedebiyati.org

Hiç yorum yok: