Dursun KAYA - Niyazi ÜNVER
1. HAT SANATI:
Sanat değeri olan İslâmî yazılara "hat", hüsn-i hat ve böyle güzel yazı yazanlara da "hattat" denir.
İslâm sanatında, özellikle Türk sanatında, hat sanatı çok önemli bir yer tutmaktadır. Yüzyıllar boyunca ekoller türetip, büyük üstadlar yetiştirerek, sanat şaheserleri meydana getiren bu sanat, batılılarca soyut resim sanatı olarak kabul edilmektedir.
Hat sanatı İslâm'ın ilk devirlerinde ortaya çıkmıştır. Önceleri basit ve düz yazılardan meydana gelen, "Ma'kili" adı verilen bir yazı kullanılmıştır. Bu yazıya "Hicazî" yazı dendiği de "Hat u Hattatin"de belirtilmektedir. Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Kûfe şehri kurulmuş, burada da bir hat ekolü doğmuştu. Önce Kûfe yazısı denmiş, sonra Kûfî şeklinde yayılmıştır. Kûfî, çeşitli yazı türlerine de kaynak olmuş ve bundan dolayı da bu yazıya "Ümmü'l-Hutût" denmiştir.
Arap yazısını geliştiren ve onu zirvesine çıkaran Türkler olmuştur. Türk hattatları, müslümanların ortak yazısı olan bu yazıya yeni bir ufuk açmış, renk katmış ve ona millî sanat damgasını vurarak güzel bir sanat haline getirmiştir.
Hüsn-i hat, Kur'anıkerim'ler, cüzler, hilyeler, kitaplar, murakkalar, kıt'alar, meşkler, fermanlar, i'lamlar yazılmasında ve ayrıca mimarî tezyinatta da kullanılmıştır. Hüsn-i hat çeşitleri başlıca altı kısımda toplanmış olup, buna "Aklâm-ı sitte"denir.
Zamanla gelişerek ortaya çıkan altı çeşit yazı: Sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevkî, rıkaa (rık'a) dır. Sonradan bunlara talik de eklenmiştir. Talik yazı daha çok İran'da ve Türkiye'deki Farsça eserlerde, divanlarda ve levhalarda kullanılmıştır.
Türklerin kullandığı diğer girift bir yazı da tevkî'ye benzeyen divanîdir. Genellikle ferman, emirnâme ve resmî yazılarda kulanılır. Siyakat ise hazine, maliye ve devletin resmî kayıtlarında kullanılan, noktasız, okunması güç bir yazıdır. Nestalik, talikle nesih arası bir yazı şeklidir. Mağribî ise Kuzey Afrika'da kullanılan bir yazıdır.
Müsenna (aynalı yazı): Aynı yazının karşılıklı olarak çift yazılışıdır. Levha ve kitabelerde kullanılır.
Celî yazı: İri büyük yazı demektir. Kitabelerde ve levhalarda görülen bu yazı, yazı cinsine göre ad alır: Sülüs celî'si gibi.
KUFİ YAZI: Ma'kıli denilen tamamiyle düz hatlardan meydana gelen yazıdan sonra Kufi yazı belirmiş, is-lamiyetin ilk yıllarında çok rağbet görmüştür. Kur'an-ıKerîm yazmakta bilhassa kullanılmıştır. Kufi yazı düzçizgiler ve köşelerden oluşan geometrik bir yazı türüdür.Kufe şehrinde belirdiği için «Kufi» diye anılıyor. Bu yazı Miladi IX. Yüzyıldan XV. Yüzyılın sonuna kadar türlüdeğişikliklere uğrayarak kullanılmıştır. Türkler bu yazıyafazla rağbet etmemişlerdir. Daha çok Selçuk abidelerindeve ilk Osmanlı paralarında rastlanıyor.
SÜLÜS: Hicri IV. (M. X.) Yüzyılın sonunda belirenbir yazıdır. Kufi yazıya göre yuvarlakları varsa da köşe-leri sert değildir. Tarife göre Sülüsde her harfin altıdabiri düzümsü, altıda ikisi de yuvarlağımsı olacaktır. Sülüs, ucu 2-3 mm. kalınlığında kesilmiş kamış kalemleyazılır. Sülüs, yazının esasıdır; bu yüzden Ümmü'l-hutut(= yazıların anası) diye anılır. Bütün yazı nevileri vekurallar ondan çıkmıştır.
Güzelyazı (Hüsnühat) öğrenmek isteyenler Sülüs öğrenerek derse başlarlar. Kur'an-ı Kerîmler, Levhalar Sü-lüs ve Nesih hat ile yazılmıştır. En san'atlı Kur'an-ı Ke-rimlerin bir satır Sülüs (veya muhakkak) üç satır Nesih hat ile yazıldığı görülüyor.
NESİH: Kufi yazıdaki köşelerin tamamiyle yuvar-anması ile meydana gelen yazıdır. İlk örnekleri H IV.(M X.) Yüzyılda görülmüş, H V. ve VI. Yüzyıllarda ge-lişmiştir. Sülüs'ü andırmakla beraber, bir tarife göre «Sülüs yazının üçte ikisini almamış, üçte biri ile de ona tabi olmuştur.» Sülüs'te kullanılan kalemden ucu çokdaha ince (takriben ağzı 1 mm. kalınlığında) kalemle yazılır. Nesih yazı geliştikten sonra Kur'an-ı Kerimler artık Kufi hat yerine -bilhassa Türklerde- Nesih hat ileyazılmıştır.
REYHANİ: Bu yazıda Nesih yazının yatay kısımları daha yatkın ve uzundur. Yapışı bakımından daha serttir.XVI. yüzyıldan sonra hemen hemen kullanılmaz olmuş, yerini Nesih'e bırakmıştır. Kalem kalınlığı Nesih kalemi kadardır.
MUHAKKAK: Sülüs yazının yatkın ve yatay kısımları uzun ve geniş olan cinsidir. Hat ve Hattatan'da bir buçuk hissesi düz, geri kalanı müdevverdir (Eğri) deniyor. XVI. yüzyıla kadar çok kullanılmış, sonra yerini Sülüs'e bırakmıştır.
TEVKİ: Hat ve Hattatan'ın tarifine göre yansı düzümsü, yansı yuvarlağımsı bir yazıdır. Sülüs'e pek yakındır. Ekrem Hakkı Ayverdi «Sülüs yazı gibi iki veya üç milimetre kalınlığında kalemle, kelimeler aralarında birleştirilerek yazılan bu yazı Osmanlıların Divanî yazısımn esasım teşkil etmiştir.» diyor. Ancak devlete mahsus evrakta kullanılmıştır.
RİKAA: Nesih yazının dişsiz, yuvarlak ve kıvrak bir nevidir. İcazetler bu hat ile yazıldığı için buna «icazet hattı» da derler. Hat ve Hattatan'da «düzlüğü ve yuvarlaklığı değişik, çoğu harfleri bitişiktir.» deniyor. Kalem kalınlığı değişebilir.
RİK'A; Rikaadan bozma, yazının gündelik işlerde Kullanılan kolay, çabuk yazılır, pratik bir el yazısı cinsidir. Okullarda çocuklara ilk olarak bu yazı öğretilirdi. Latin harflerini almadan önce bizde herkes bu yazıyı yazmasını bilir, mektuplar, dilekçeler bu yazı ile yazılır, defterler bu yazı ile tutulurdu. Bu yazıyı da, resimde görüldüğü gibi çok iyi yazanlar vardı.
BAŞKA YAZI ÇEŞİTLERİ
İslam aleminde kullanılan yazı çeşitleri bunlardan ibaret değildir. Biz yalnız Türklerin Hat Sanatı bahsinde rağbet ettikleri yazıları belirtmek istiyoruz ki, yukarda saydıklarımızdan başka Türklerin meşgul olduğu yazıların basında Talik, Nestalik yazı gelmektedir.
TALİK : Her harfi yuvarlağımsıdır. Düz hattı yoktur. Yalnız düz çizgilerden oluşan Ma'kıli yazının tam ter- sidir. Bu yazıya İran'da Nestalik adı verilir. Bir de Şikeste (kırma) nev'i vardır. Talik hattı, Sülüs'le aynı kalınlıkta kalemle yazılır. En büyük üstadları Azerbeycan'da ve İran'da çıkmıştır.-Bizde de aynı yolda XVIII. yüzyıl son- larına kadar başarı ile kullanılan bu yazı, Yesarî Es'ad Efendi'den itibaren Türk tavrı kazanmıştır. Eski devirlerde ilmî ve dinî eserler, mahkeme evrakı Talik hatla yazılırdı.
CELİ YAZI : Sülüs ve Talik yazının kalın kalemle büyük boyda yazılmışına derler. Camilerdeki büyük levhalarda, taş üstüne yazılmış kitabelerde kullanılır. Kalınlığı ve büyüklüğü yerine göre değişir. Üç beş santimden elli santime kadar kalın olanlar görülmüştür. Ayasofyadaki Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin levhaları 55 santim kalınlığında dünyanın en büyük yazılarıdır. Talik Celisi İran'da pek gelişemediği halde Türkiye'de çok nefisleri yazılmıştır.
GUBARİ YAZI : Gubar Arapça «toz» demektir. Çok ince ve küçük yazılmış, toz gibi denecek tarzdaki yazıya da «Gubari» denmiştir.
DİVANÎ YAZI : Bir bakıma Tevkie, bir bakıma Talik yazıya benzeyen son derece hareketli olan bu yazıya İran'da Cep adı verilir. Türkler'de Fatih devrinde görülmeye başlamış. Yavuz Selim zamanında gelişmiştir. Son zamanlara kadar fermanlarda kullanriırdı. Ferman dışında bu yazının kullanılması yasak edilmişti.
CELÎ DİVANÎ : Divanî'nin çok girift, süslü ve san'atkarca olan bu tarzı yalnız Osmanlı Türklerince kullanılmış ve Divan-ı Hümayun'un mühim yazışmalarına tahsis edilmiştir, güç okunur bir yazıdır.
SİYAKAT: Kufi yazıyı andıran tapu kayıtlarında, arazi ve emlak defterlerinde ve malî kayıtlarda kullanılan hususi bir yazı nev'idir. Türklere mahsustur. Tapu kayıtları ihtisas sahiplerinin elinde bulunsun, herkes bu defterleri karıştırmasın diye icad edilmiş olmalıdır; san'at gayesiyle kullanılmıştır.
https://www.yazmalar.gov.tr/elyazmaciligimiz_tr.php
HAT SANATI
"Kur'an-ı Kerim Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı."
Sanat değeri olan İslâmî yazılara "hat", hüsn-i hat ve böyle güzel yazı yazanlara da "hattat" denir.
İslâm sanatında, özellikle Türk sanatında, hat sanatı çok önemli bir yer tutmaktadır. Yüzyıllar boyunca ekoller türetip, büyük üstadlar yetiştirerek, sanat şaheserleri meydana getiren bu sanat, batılılarca soyut resim sanatı olarak kabul edilmektedir.
Hat sanatı İslâm'ın ilk devirlerinde ortaya çıkmıştır. Önceleri basit ve düz yazılardan meydana gelen, "Ma'kili" adı verilen bir yazı kullanılmıştır. Bu yazıya "Hicazî" yazı dendiği de "Hat u Hattatin"de belirtilmektedir. Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Kûfe şehri kurulmuş, burada da bir hat ekolü doğmuştu. Önce Kûfe yazısı denmiş, sonra Kûfî şeklinde yayılmıştır. Kûfî, çeşitli yazı türlerine de kaynak olmuş ve bundan dolayı da bu yazıya "Ümmü'l-Hutût" denmiştir.
Arap yazısını geliştiren ve onu zirvesine çıkaran Türkler olmuştur. Türk hattatları, müslümanların ortak yazısı olan bu yazıya yeni bir ufuk açmış, renk katmış ve ona millî sanat damgasını vurarak güzel bir sanat haline getirmiştir.
Hüsn-i hat, Kur'anıkerim'ler, cüzler, hilyeler, kitaplar, murakkalar, kıt'alar, meşkler, fermanlar, i'lamlar yazılmasında ve ayrıca mimarî tezyinatta da kullanılmıştır. Hüsn-i hat çeşitleri başlıca altı kısımda toplanmış olup, buna "Aklâm-ı sitte"denir.
Zamanla gelişerek ortaya çıkan altı çeşit yazı: Sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevkî, rıkaa (rık'a) dır. Sonradan bunlara talik de eklenmiştir. Talik yazı daha çok İran'da ve Türkiye'deki Farsça eserlerde, divanlarda ve levhalarda kullanılmıştır.
Türklerin kullandığı diğer girift bir yazı da tevkî'ye benzeyen divanîdir. Genellikle ferman, emirnâme ve resmî yazılarda kulanılır. Siyakat ise hazine, maliye ve devletin resmî kayıtlarında kullanılan, noktasız, okunması güç bir yazıdır. Nestalik, talikle nesih arası bir yazı şeklidir. Mağribî ise Kuzey Afrika'da kullanılan bir yazıdır.
Müsenna (aynalı yazı): Aynı yazının karşılıklı olarak çift yazılışıdır. Levha ve kitabelerde kullanılır. Celî yazı: İri büyük yazı demektir. Kitabelerde ve levhalarda görülen bu yazı, yazı cinsine göre ad alır: Sülüs celî'si gibi.
Hat Sanatı, Osmanlı döneminde büyük gelişmeler göstermiştir. 13. yüzyıl sonlarında; sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevki ve rık'a yazının bütün kurallarını toplayan Yakutü'l-Mustasımi, bunları başarı ile uygulamıştır.
Nesih ve Sülüs yazı çok kullanılmış ve en olgun şeklini Şeyh Hamdullah'ın yazılarında göstermiştir.
14.-15. yüzyıllarda Şeyh Hamdullah'ın yazıları örnek alınmıştır. 16. yüzyılda Ahmed Karahisari'nin tarzı benimsenmişse de, daha sonraları Şeyh'in yolu tercih edilmiştir. 17. yüzyıl da ise Hafız Osman, özellikle Kur'an yazısında başarılı olmuş ve onun yazdığı Kur'an'lar baskı yoluyla çoğaltılmıştır.
19. yüzyılda hat sanatı, Mustafa Rakım, Sami Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi gibi değerli hattatlarca geliştirilmişti.
Son yılların önemli hattatları arasında Necmeddin Okyay ile Halim Özyazıcı'yı sayabiliriz.
En güzel yazı yazan mesleği ne olursa olsun, hattatbaşı seçilir ve kendisine Reisü'l-hattatin denir. Yazı sanatında dünyada hiç bir millet Türkler kadar emek vermemiş ve onun vardığı seviyeye ulaşamamış olması, haklı olarak bütün İslam dünyasında şu sözü söyletmiştir: "Kur'an Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı".
http://www.konyayazmakutup.gov.tr/hat.htm
"Kur'an-ı Kerim Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı."
Sanat değeri olan İslâmî yazılara "hat", hüsn-i hat ve böyle güzel yazı yazanlara da "hattat" denir.
İslâm sanatında, özellikle Türk sanatında, hat sanatı çok önemli bir yer tutmaktadır. Yüzyıllar boyunca ekoller türetip, büyük üstadlar yetiştirerek, sanat şaheserleri meydana getiren bu sanat, batılılarca soyut resim sanatı olarak kabul edilmektedir.
Hat sanatı İslâm'ın ilk devirlerinde ortaya çıkmıştır. Önceleri basit ve düz yazılardan meydana gelen, "Ma'kili" adı verilen bir yazı kullanılmıştır. Bu yazıya "Hicazî" yazı dendiği de "Hat u Hattatin"de belirtilmektedir. Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Kûfe şehri kurulmuş, burada da bir hat ekolü doğmuştu. Önce Kûfe yazısı denmiş, sonra Kûfî şeklinde yayılmıştır. Kûfî, çeşitli yazı türlerine de kaynak olmuş ve bundan dolayı da bu yazıya "Ümmü'l-Hutût" denmiştir.
Arap yazısını geliştiren ve onu zirvesine çıkaran Türkler olmuştur. Türk hattatları, müslümanların ortak yazısı olan bu yazıya yeni bir ufuk açmış, renk katmış ve ona millî sanat damgasını vurarak güzel bir sanat haline getirmiştir.
Hüsn-i hat, Kur'anıkerim'ler, cüzler, hilyeler, kitaplar, murakkalar, kıt'alar, meşkler, fermanlar, i'lamlar yazılmasında ve ayrıca mimarî tezyinatta da kullanılmıştır. Hüsn-i hat çeşitleri başlıca altı kısımda toplanmış olup, buna "Aklâm-ı sitte"denir.
Zamanla gelişerek ortaya çıkan altı çeşit yazı: Sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevkî, rıkaa (rık'a) dır. Sonradan bunlara talik de eklenmiştir. Talik yazı daha çok İran'da ve Türkiye'deki Farsça eserlerde, divanlarda ve levhalarda kullanılmıştır.
Türklerin kullandığı diğer girift bir yazı da tevkî'ye benzeyen divanîdir. Genellikle ferman, emirnâme ve resmî yazılarda kulanılır. Siyakat ise hazine, maliye ve devletin resmî kayıtlarında kullanılan, noktasız, okunması güç bir yazıdır. Nestalik, talikle nesih arası bir yazı şeklidir. Mağribî ise Kuzey Afrika'da kullanılan bir yazıdır.
Müsenna (aynalı yazı): Aynı yazının karşılıklı olarak çift yazılışıdır. Levha ve kitabelerde kullanılır. Celî yazı: İri büyük yazı demektir. Kitabelerde ve levhalarda görülen bu yazı, yazı cinsine göre ad alır: Sülüs celî'si gibi.
Hat Sanatı, Osmanlı döneminde büyük gelişmeler göstermiştir. 13. yüzyıl sonlarında; sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevki ve rık'a yazının bütün kurallarını toplayan Yakutü'l-Mustasımi, bunları başarı ile uygulamıştır.
Nesih ve Sülüs yazı çok kullanılmış ve en olgun şeklini Şeyh Hamdullah'ın yazılarında göstermiştir.
14.-15. yüzyıllarda Şeyh Hamdullah'ın yazıları örnek alınmıştır. 16. yüzyılda Ahmed Karahisari'nin tarzı benimsenmişse de, daha sonraları Şeyh'in yolu tercih edilmiştir. 17. yüzyıl da ise Hafız Osman, özellikle Kur'an yazısında başarılı olmuş ve onun yazdığı Kur'an'lar baskı yoluyla çoğaltılmıştır.
19. yüzyılda hat sanatı, Mustafa Rakım, Sami Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi gibi değerli hattatlarca geliştirilmişti.
Son yılların önemli hattatları arasında Necmeddin Okyay ile Halim Özyazıcı'yı sayabiliriz.
En güzel yazı yazan mesleği ne olursa olsun, hattatbaşı seçilir ve kendisine Reisü'l-hattatin denir. Yazı sanatında dünyada hiç bir millet Türkler kadar emek vermemiş ve onun vardığı seviyeye ulaşamamış olması, haklı olarak bütün İslam dünyasında şu sözü söyletmiştir: "Kur'an Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı".
http://www.konyayazmakutup.gov.tr/hat.htm
Hat sanatı
Perşembe, 04 Ekim 2007
Güzel yazı yazma sanatı. Doğu ülkelerine has bir sanat koludur. İslâm estetiğinin geliştirdiği Doğu kültürünün ürünüdür. “Yazı” kavramı ile kutsal kitap “Kur’ân” arasında kurulan bir özdeşlikten kaynaklanan ve yazıyı güzelleştirmeye yönelik bir uygulamadır. Yazı işini başlı başına bir sanat haline getiren Osmanlılar arasında bu konuyla ilgili her yenilik hürmetle benimsenmiş, divanı, celî divanî, siyakat gibi yazı türleri camilerde, kitap yazımında süslemede özenle kullanılmıştır.
Osmanlı sanatının en büyük ustası Amasyalı, Şeyh Hamdullah (1436-1520) şehzadeliği sırasında, II. Bayezid’e yazı dersleri vermiş, Bayezid’in teşvikiyle denemelere girişerek, uzun bir çalışma sonunda ortaya koyduğu 6 çeşit örnekle, kullanılan yazıya ilk büyük yeniliği getirmiştir. Aynı zamanda çağının ünlü ok atıcılarından olan Şeyh Hamdullah, kendisinden sonra gelenlerce örnek hattat kabul edilmiş ve koyduğu kurallar 500 yıl süreyle geçerli olmuştur. Şeyh Hamdullah 1000 kadar En’am ve dua kitabıyla 47 Kur’ân yapmıştır.
Şeyh Hamdullah zamanında yaşamış ve süslemenin en güzel örneklerini vermiş olan Ahmet Karahisarî de büyük bir hattattır. Süleymaniye Camii’nin yazılarını işlemiş, ayrıca Hırka-i Saadet için yazılan ve sanat değeri eşsiz olan büyük boy Kurân’ı meydana getirmiştir.Bu eser halen Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir.
Şeyh Hamdullah’tan 150 yıl sonra yaşayan Hafız Osman’ın hat sanatında bütün Müslüman ülkelere ün salmış ayrı bir okulu vardır. Ondan sonra gelen Mustafa Rakım da büyük bir hattattır. Padişah tuğraları, Rakım’ın eseridir. Ayrıca Mahmut Celaleddin, Yesarî Mehmet İzzet oğlu Yesarîzade Mustafa İzzet, Kazasker Mustafa İzzet, öğrencisi Şefik Bey ve ondan sonra gelen Sami Bey büyük hattatlar arasında yer alırlar.
Hattın, en küçük örneğine “hürde” (küçük), “gubârî” (toza benzeyen, toz kadar küçük yazı) veya ‘”hafi” (gizli) adı verilir. Hürde yazı ile yazılan eserler çok azdır. Zaten bu derece küçük yazıda sanat göstermek zor, hattâ yok gibidir. Hat serçe parmağı kadar kalın olursa ona “hattın celisi” (aşikâr) adı verilir. Yalnız divanînin celisi, divanîden biraz farklıdır. Pirinç tanesi üzerinde Fatiha sûresini yazan hattatlar çıkmıştır. Bu Gubârî hattına örnektir. Ayasofya Camii’nin levhalarını yazan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin eserleri de hattın en güzel örneklerinden sayılır.
Hattat:
Hat sanatıyla uğraşanlara verilen ad. Eski sanatlarımızdan olan hattatlık kökleşmiş bir üslûba ve geleneğe dayanan ve sürekli kendini geliştiren bir sanat dalıdır.
Hüsnühat öğrenimine mahalle mektebinden başla -nır, çocukların kabiliyetleri, rik’a, sülüs, nesih gibi çeşitli yazılar yazdırılarak geliştirilmiştir. Yazı öğrenmek için bir ustaya başvurulunca, usta öğrencisine çalışmasından örnek almak üzere yazdığı satıra “meşk”, yazı öğrenmeye de “meşk almak” öğretmeye de “meşk vermek” veya “meşk etmek” denir.
Öğrencileri yetiştirmek açısından hattatlar üç gruba ayrılır:
l)Meşk hocası
2)Eser vermekle uğraşan hattatlar
3)Öğrenci yetiştiren, eser veren hattatlar.
Hattatlık bazı kurallara bağlı idi. Hattat olacak bir kişi, ustasının yazılı izni yani icazetnamesi olmadıkça eserlerinin altına imzasını koyamazdı.
Meşklerde, sülüs ve nesih yazılan, bazen ayn, genellikle de beraber olarak aynı usta tarafından verilirdi. Asıl adı “rik’a” olan hatt-ı icaze de (icazet yazısı) bu arada öğretilirdi.
Tâlîk ise ayrıca öğrenilirdi ve hocası ayrı idi. Tuğra, divanî, dışarıda kullanma yeri olmadığından Divan-ı Hümâyûn’da öğrenilirdi. Rik’a da sanat yazısı niteliğini taşımadığından el yazısı olarak önce mekteplerde, sonra da devlet dairelerinde öğrenilirdi. Bundan sonra öğrenciler, hattatlık unvanım almaya hak kazanınca bir icazet cemiyeti kurulurdu. Bir camide yapılan merasimde, yeni hattatın tezhip edilmiş yazısı, zamanın hat üstatlarından meydana gelen bir hat jürisine sunulurdu. Bu hattatlardan bazıları, asıl hocanın izin yazısının yanında kendilerine ayrılan yerde, ayrı ayrı bu icazeti onaylama ve yeni meslektaşlarını tebrik ettiklerini bildirilerdi. Bunlara Arapça yazı yazdırırlardı. Buna “icazet tasdiki” denirdi.
Son devirde hattat yetiştirmek amacıyla Medrese-tü’l-hattatîn adında bir okul 31 Mayıs 1914′te açıldı. Medreselerin kapatılmasından sonra Hattat Mektebi adıyla faaliyet gösteren bu kuruluş, yeni harflerin 1928′de kabulü ile hüsnühat öğrenimine son verdi
http://www.tarihmakaleleri.com/category/turk-tarihinde-sanat/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder