mezar taşları


Allah Bes Bâkî Heves
Şeyhü’l-Harâm-ı Hazret-i Nebevi esbâk
Müteveffâ Çerkez Hâfız Mehmed Paşanın
Halîlesi ve İzmid Redif Kumandanı
Mir Liva Sadeddin Paşanın vâlide-i
Muhteremeleri merhûme ve magfûre Hâce
Zübeyde Hanımın rûh-u şerifiçün
Rızâen lillahi Teâlâ Fâtiha

MEZAR TAŞLARINDA HUVE"L BAKİ






MEZAR TAŞLARIMIZ
PROF. DR. MEHMET ZEKİ KUŞOĞLU

Dünkü Türk toplumunda, dünyasını değiştiren insana son vazifeyi yapmak ve onu edebi istirahatgahında temiz bir mekana yerleştirmek, dinin ve törelerin gereği idi. Mezarlıklar, şehrin, havası ve manzarası en güzel yerlerinde yapılır, bütün alanlara sonsuzluğun ve doğruluğun timsali olan servi ağaçları dikilirdi. O, Yaradan"a uzanırcasına göğe yükselen servilerin altında temizliğin ve saflığın ifadesi olan beyaz mermerler, usta ellerde manayı ve maddeyi birleştiren birer sanat eseri olurlardı.
Salınan servi ağaçları arasında, bize her zaman ahiretin varlığını hatırlatması, geçmişimizle olan bağı sağlaması, ölümün soğuk yüzünü bile sevimli kılması, ayet ve hadisleri ile dünyamızın faniliğini bizlere söylemesi, şiir ve nesir yollu nasihatleri ile bizi yaşarken doğru yola sevketmesi, daha ilerde sayacağımız birçok yönleri ile birer öğretmen gibi ayakta dururlar mezar taşları. Birçok yönleri ile incelenmeye değer olan mezar taşlarımızın biz, yalnızca tarih, edebiyat, milli kültür ve sanat yönlerinden kısaca bahsedeceğiz. Kısaca diyorum, çünkü her bir konu için ciltlerce kitaplar yazılabilir.

TARİHİ DEGERLERİ YÖNÜ İLE MEZAR TAŞLARIMIZ

"Küllü nefsin zaikatü"l-mevt" (Bütün nefisler, ölümü tadacaktır.) ayetinde olduğu gibi dünyaya gelen bütün canlılar ölümlüdür. Ancak zaman içinde yaşayan insan hakkında bilgiyi, ortaya koyduğu eserleri onun adına dikilen mezar taşlarından öğreniyoruz. Eğer eserleri ve mezar taşları olmasalardı, o kişiler zaman içinde yok olup gideceklerdi, eserleri ve mezar taşları olmayan birçok kişiler gibi. Ayrıca atalarımızın Anadolu"ya ne zaman geldikleri, ilk olarak nerelere yerleştikleri, Anadolu"nun kaç yıldır Türk vatanı olduğu, adları, unvanları, kişilikleri yine mezar taşları ile Anadolu"muzun bir tapusu olarak gözler önündedir
Daha sonraki devirlerde Osmanlının kuruluşu, sistemleri hep bu mezar taşlarında tarihi birer vesikadır. İstanbul’un fethi, din ve dünya büyüklerinin kabirleri, yaptıkları işler, felsefeleri birer yazılı kaya gibi yurdumuzun bütün köşe ve bucaklarında birer tarihi vesika olarak durmaktadırlar.

Ayrıca bu mezar taşları, bizim dünkü adetlerimizi, zevklerimizi ve kıyafetlerimizi yansıtmaları bakımından son derece önemlidir. Mesela baş taşında, kişinin sağlığında başına taktığı kavuğunun üzerindeki gül, lale, karanfil gibi motiflerin gelişi güzel konmamış olup, mevtanın sağlığında sarığına bu çiçeklerden birini soktuğunu, bundan da Türklerin ne kadar çiçeğe düşkün olduğunu, onu ne kadar sevdiğini orta-
ya çıkarıyor.

EDEBİ YÖNDEN MEZAR TAŞLARIMIZ

Mezar taşları üzerine kazılmış edebi değeri yüksek o kadar çok şey var ki. Bunların hepsini şu gün, gerek derleme zorluğu, gerekse bu kısa kitap satırlarına sığmayacağı sebebiyle yazmamız mümkün değildir. Ayet, hadis, vecize, atasözü, nesir, şiir, temenni v.s. gibi bir çok şey mezar taşlarının dili olmuştur.

Mezarlıkları gezen bir garip adam, taşların üzerinde şu yazıları okumuş. "Yirmi sene yaşadı öldü. Diğerinde, on sene yaşadı öldü. Bir başkasında ise, dört sene yaşadı yaşadı öldü." Sormuş mezarcıya: "Doğum, ölüm tarihlerinden bu şahısların daha uzun yaşadıkları anlaşılıyor, niçin böyle yazmışlar?" Mezarcı da: "O kişiler ömürleri boyunca toplam o kadar güzel günler yaşamışlar" cevabını vermiş. O zaman zavallı adam: "Öyle ise benim mezar taşıma doğdu, öldü" yazsınlar demiş.
Dileriz ki Allah kimseyi doğup ölenlerden etmesin. Ölümün tabii karşılandığı toplumumuzda, özellikle gençlerin ölümleri, insanımızı son derece duygulandırmış, onlar için ağıtlar yakmış, türküler söylemiş, mezar taşlarına şiirler yazılmıştır.

Bakmayın çeşm-i basiretle şehzadem taşına
Bilmez ol, halin ta gelmeyince başına
Otuz iki yaşında cam-ı mevti nüş edip
Merhume olup doymayan genç yaşına Emine
Hanım ruhuçün kim okur bir fatiha Dar-ı
Cennet"e giye, ol, Tac-ı zerrin başına

II. Beyazıt"ın torunu Şehzade Osman"ın Amasya Beyazıt Camii avlusunda mezar taşı üzerinde de şunlar yazmakta.

Dün ki bu Şehzade"ye yastığıdı berk-i gül
Bister ü bilin ana oldu bugün hak-i siye

Varşova"da bir Türk mezar taşında ise şunlar yazılı imiş (Sayın Muammer Ülker"den naklen)

Bir sonbahar gülüsün
Sevilen bir ölüsün
Kara toprakta değil
Gönlümde gömülüsün
Ah mine"l-mevt

Bu sade tenha mezarda yatan cism-i nazenin
Göz, bakmaya kıyamaz idi hüsn-ü anına
Soldurdu ah mevt anı pek nevcivan iken Allah
layık görmedi aldı yanına
Kafkasyalı Abdullah Efendi"nin
kerimesi Hatice Hanım"ın
ruhuna rızaen li"IIahi
Taala el-Fatiha
Sene 1297.19. Zilkade

yine mezar taşlarımız, cemiyet yapımızın değişik yönlerini yansıtması bakımından dikkate değer. Mesela, Merkez Efen¬di Kabristanı"nda bulunan şu mezar taşı yazısı ne kadar hoştur değil mi?

EI-Baki
Merhum ve mağfurun leh
ila Rahmeti Rabbihi"l-gafür.
Karı dırdırından
vefat eden Es-seyyid
Halil Ağa"nın ruhuna Fatiha.
sene 1260
MiLLi KÜLTÜR DEGERLERiMİZ YÖNÜNDEN MEZAR TAŞLARIMIZ
Mezar taşlarımız,milletimizin geçirmiş oldukları kültür saf¬halarını göstermesi bakımından son derece değerlidir. Orhun Kitabelerinden tutun, Ahlat"daki mezar taşları, Karacaahmet Kabristanı ve yurdumuzun diğer kabristanları bizlere geçmiş kültürümüzü safha safha anlatması bakımından, son derece önemlidir.
Bu konuda, birçok makaleler ve yazılar çıkmış olmasına rağmen konuyu bütün yönleri ile inceleyen ve kamu oyuna sunan bir eserin henüz yazılmamış olması son derece üzü¬cüdür. Dileğimiz bu çok yönlü kültür değerlerimizin bütün yönleri ile milletimize tanıtılmasıdır. Çünkü dünkü ananeleri¬miz, törelerimiz, felsefemiz, inanç dünyamız, sosyal hayatı¬mız, edebi ve hukuki anlayışımız, mesleklerimiz, kıyafetleri¬miz hep bu mezar taşlarında gizli durmada ve araştırmacıla¬rımız tarafından gün ışığına çıkacağı zamanı sabırla beklemek¬tedir.
Toprağın altındaki Anadolu medeniyetlerine gösterilen il¬ginin yarısı demiyorum beşte biri, servilerin altında filizlen¬mişçesine duran mermer fidanlarına gösterilse, bu mesele hallolur ve insanımıza kendini tanıması bakımından daha çok yararlı olur kanaatindeyim. Araştırmacılara ışık tutması bakı¬mından, mezar taşlarımızın bazı yönlerini anlatmaya çalışa¬cağım.

SANAT ESERİ OLARAK MEZAR TAŞLARIMIZ

Dünyanın meşhur heykeltıraşları vardır. Bunların uzun yıllar süren akademik çalışmalarından sonra ancak, sanat eserleri vücuda getirdikleri bilinir. Bizim mermer ustalarımızın çoğu ise okuma yazma bilmedikleri halde sanat eserleri ortaya koymuş ve hemen hepsi, yapmış oldukları eserlerin altına imza dahi atmamışlardır. işte bu sanatkar mermer ustalarının hanımları, birbirlerine şaka yaparken:

"Senim kocan pat pat taşçı;
Benim kocam Çıt Çıt taşçı."

diye takılırlarmış sadece. Nadiren yapan ustanın da adı bulunur mezar taşlarında. çoğu isimsiz kahramanların eserleridir, ama Türk"ün san "at eseridir. Yani bir milletin imzası, vardır altında sanki. Bugün, sanatçı dediğimiz kişilerin bir çoğunun işlerinin altında imzaları bulunur, ama hiç mi hiç kendi toplumunun karakterini taşımayan batı kopyası işlerdir ve hiçbir değer taşımazlar.

Güzel bir mezar taşının yapımında, üç sanatkarın emeği bulunur.

1. Hattat
2. Nakkaş
3. Mermer ustası

Öncelikle taşa kazılacak söz seçilir. Bu söz bir Ayet-i Kerime olabilir, Hadis-i Şerif olabilir, şiir v.S. olabilir. Bu şiirlerde bazen ebcet hesabı ile son mısrada merhumun ölüm tarihi belirlenir. Mesela:

"Milk-i Baki özleyip Osman Efendi dedi "HU" "
Hicri 1115 i Miladi 1751

Bu yazı seçimi, yapıldıktan sonra (bazı kişilerin, daha hayatta iken mezar taşlarına neler yazdırmak istediği ve taşını veya kalıbını önceden hazırlattığı malumdur) hattat, hangi yazı karakteri ile yazılacak ise (genellikle sülüs veya talik celileri ile olurdu) ön hazırlığa girişirdi. Önce taşın ebadında siyah bir kağıt hazırlanır, bunun üstüne zırnıkla (zırnık sarı renkte tabii bir boyadır) kalın kamış kalemle veya hazırlanmış tahta

kalemle yazı yazılır. (Bu iş son derece güçtür. Hattat yazar, bir daha yazar; bazı yerlerini değiştirir, tashihlerini yapar, bu iş ta ki hattatın yaptığı işi, önce kendisi beğenene kadar devam eder. -Kendisi beğenene kadar diyoruz. Çünkü hattatlarımızın büyük çoğunluğu mesleki haysiyet ve şerefi her şeyin üstünde tutarlardı: Buna kalıp yazı denir. Bu kalıbın altına, aynı büyüklükte bir beyaz kağıt konulur ve zırnıkla yazının dışından sıkça iğneyle delikler delinir, deliklerin, altındaki beyaz, kağıda kolay geçmesi için kağıtların altına, ıhlamur ağacından bir levha konur. (Eğer bu mezar taşı yazısı, usta bir hattata yazdırılıyorsa, mermer ustasını da hattat tavsiye ederdi. (Mesela meşhur hattatlarımızdan Sami Efendi merhum "yazınızı yazarım, ama Edirnekapı"daki Süslü Ali"ye yaptırırsanız" diye şart koşarmış." Yazı işi tamamlandıktan sonra, nakkaş tarafından taşın şekli belirlenir ve merhum un sağlığında başında taşıdığı ne ise (sarık, fes, v.s.) başlık olarak çizilir, ayrıca ayak taşına servi ağacı ile veya rumi"li hatayi"li kompozisyonlar çizilir. Kadınlarda ise çoğunlukla baş taşı, gelin duvağı biçiminde çiçeklerle süslenir. Bu işler de tamamlandıktan sonra iş, mermer ustasına kalır. Mermer ustası, büyük bir sabırla günlerce elindeki çekici ve kalem dediği ucu elmas çelik çubuğunu ahenk ile adeta bir müzik aleti çalar gibi, tıkı tık, tıkı tıklarla mermeri şekillendirir. Burada son derece önemli olan şey,hüsn-i hattın estetik ve anatomik olarak kusursuz yontulmasıdır. Çünkü hüsn-i hat (güzel yazı)da milimetrik kusurlar bile çabucak sırıtır. Ayrıca mermeri gevşetmeden (mermere kalemle ters vurulunca mermer patlar, yani gevşer) Bunu, o zaman yalnız usta fark eder. Fakat mermerin üzerinden bir kış geçince, gevşeyen yere sızan su, mermeri o yönden patlatır. yazıyı, dik ve keskin oymak çok büyük maharet ister. Ayrıca kallavi sarığın kıvrımları, fesin püskülleri, gül demetleri, hataN er, hurda Rumi’ler, servi ağaçları v.s. son derece titizlikle işlenir. Bütün bu çalışmalar bitince, bazen mermerin yazılı kısımlarının dışında kalan çukur zeminler, ekseriye ördek başı yeşili ile boyanır, yüksek kalan yazı da varak halinde yirmi dört ayar Osmanlı altını ile kaplanırdı.

Sözümüzün sonuna geldik sayın okuyucularım:

Türk, nasıl namazı en temiz elbisesi ile durup Allah"ına öyle dua ederse, ebediyete İntikal edince de yakınları onu son kere yıkar, paklar beyaz bir kefenle defnederler ve başına beyaz mermerden usta ellerin yaptığı sanat eseri dikerlerdi. Allah, ömrünü bu sanata vakfetmiş ve bugün toprak olmuş bütün sanatkarlara rahmet etsin.

Gönlümün istediği şeylerden biri de kabristanlarımızın ihyasıdır. Ne zaman kabristana uğrasam, için burkulur, kavrulur, kahrolurum. Kırık, bakımsız, çöplük içindeki o mezar taşlarını gördüğümde gözümün önüne Çanakkale, Trablusgarp ve Anadolu muharebeleri gelir. Vatanı uğruna, kalemini bırakıp silaha sarılan, taze gelinini Allah"a emanet edip, cepheye koşup, vurulan, ölen, parçalanan, al kanlar içinde yatan Mehmetler gelir aklıma. Gelir de bize can veren, kan veren bu insanların bir mezar taşına sahip çıkmamak kahreder beni.
Anadolu muzun her hangi bir yerinde eski medeniyetlere ait bir buluntu, beni çok memnun eder. Onu, insanlık adına, medeniyet adına koruruz. Yayınlarını yapar, müzelere yerleştiririz. Yerleştirmeliyiz de. Ama, ama dünyanın en güzel açık hava müzelerinden olan mezarlıklarımıza dönüp bakmaz, hatta çöplük haline sokar isek, acaba insanlığa karşı görevlerimizi tam yapmış sayılır mıyız?
Bazen mezar taşlarının yabancılar tarafından çalındığını duyunca sevinir gibi olurum, üzülerek. (Bu duyguyu birçok sanatsever aydın da tatmıştır herhalde) Neden mi? Bir çok yönleri ile paha biçilmez değerli mezar taşlarımız, mıcır yapılacaksa; varsın çalınsın. Çamaşır direği olarak kullanılacaksa, varsın çalınsın. Çirkin ama gerçek, hiç olmazsa çalan kıymetini bilir. Onun için eski mezarlıklarımızın bakımı yapılarak:

a.Bir kısmını açık hava müzeleri haline getirilmesi,
b.Yine bir kısmının milli parklar haline getirilmesi,
c. Sanat değeri büyük olan mezar taşlarının ise kapalı müze çatısı altına alınarak teşhiri gerekmektedir. Zaten bu konuda yeterince geç kalınmıştır. İnsani ve vicdani sorumluluktan kurtulup gelecek nesillere bu hazineyi emanet etmek istiyor isek bir an önce işe koyulmalıyız.
Bakınız son zamanlardaki ilgisizliğimiz sonucU neler kaybettiğimizi Karacaahmet Kabristanı ile ilgili bir kaç açıklamayla anlatayım:

Karacaahmet Kabristanı, çok geniş bir alana yayılmış, 12
parselden müteşekkil idi. Bunların adları şunlardı: Şehitlik, Seyyid Ahmed Deresi, iranlılar mescidi, Harmanlık, Miskinler Zaviyesi, Ayasofyalılar, üçler çeşmesi, Saraçlar çeşmesi ve Yüksek Kaldırım, Tazıcılar Koğuşu, Kaygısız Baba, HattatIar. Bunlardan altı parseli, çevre yolu ve diğer tali yollar açılırken ortadan kaldırılmıştır. Halende etraflarına çeşitli yapılar eklenerek alan daraltılmaktadır.

Karacaahmet Mezarlığı, Osmanlı Devleti"nin en büyük ve en eski kabristanıdır. Hz. Muhammed s.a.v."in "İstanbul muhakkak,alınacaktır .Onun Emiri ne güzel emirdir, askeri ne mübarek askerdir" müjdesinden sonra Sultan II. Mehmet’e kadar İstanbul’u fethetmek için gelen birçok Müslüman devletlerin şehit düşen askerleri burada gömülüdür. Fetih şehitleri ve sonraları uzun süre "Peygamber Toprağıdır" diye ölüler özellikle Anadolu yakasına Karacaahmed"e gömülmüşlerdir.

Yok olmaya yüz tutan Karacaahmed Kabristanı, bana merhum ŞairYahya Kemal Beyatlı"nın bir yabancı misyonerin sorduğu soruya verdiği cevabı hatırlattı. Yahya Kemal Bey"e sorarlar "istanbul"un nüfusu ne kadar?" diye. "O da "Seksen Milyon" der. Yabancı "nasıl olur?" diye sorunca Yahya Kemal Bey"de "Biz ölülerimizle beraber yaşarız"der.
Şimdi başımızı ellerimizin arasına alarak uzun uzun düşünelim: Hz. Muhammed s.a.v."in İstanbul muhakkak alınacaktır" Hadis-i Şerifinden sonra geçen yüzyıllar içinde Karacaahmed Sultan Kabristanlar Şehrinden elimizde kalan ne? Karacaahmed"in şu günkü durumundan sizlere bahsetmeyeceğim gidip kendi gözlerinizle görünüz lütfen.

Kabristanlarımızı gördükten sonra aklınıza önce Yahya Kemal Beyatlı gelecek ve "Artık ölülerimizle beraber yaşamıyormuşuz:" diyecek, cennet nasıl çöplük yapılırmış anlayacak ve aklımıza bir başka şairimiz gelecek.

Gözlerim ebna-yı alemden o rütbe yıldı kim,
istemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı
EŞREF

Bütün miras yediliğimize, umursamazlığımıza ve horlamamıza rağmen hazine henüz boşalmamıştır, zararın neresinden dönersek insanlığa kendimizi o kadar kolay affettirebiliriz.

Notlar:
1. Osmanlılarda yaptığımız sınıflama, Selçuklar ve Beylikler için de geçerlidir.
2. Mezar taşlarımız sergimizde gördüğünüz gibi (taştan bir detay-kısım) inceleme konusu olabilir. "Huve"I-baki" kompozisyonları gibi. Sınıflanmaya katmadığımız yönleriyle incelenebilir.

Mesela:

a.Meşhur hattatların yazdıkları, mezar taşları
b.Meşhur hattatların kendi mezar taşları
c. Meşhur şairlerin, mezar taşları v.s. konular ...

3. Yukarıdaki sınıflandırmaya, padişah türbelerini katmıyoruz. Zira türbeler içersindeki sandukanın önünde, klasik manada baş ve ayak taşları bulunmamaktadır. Türbeler ayrı araştırma konusu olması gerektiği kanaatindeyiz.
4. Yukarıda yapmış olduğum sınıflandırmanın yetersiz olduğunu bilmekteyim. Maksadım genç araştırmacılara biraz olsun istikamet vermekti.Bu konuda teklif ve tenkitlerinizi bekler, saygılar sunarım.

Saygılarımla

MEHMET ZEKİ KUŞOĞLU
Marmara Üniversitesi
Atatürk Eğitim Fakültesi
Grafik Dersleri Öğretmeni

Mezar Taşlarında Huve’l-Baki
İstanbul 1984

http://www.medeniyetimiz.com/default.aspx?durum=incele&id=747

Hiç yorum yok: