osmanlıca
osmanlıca usul adlı kitabı internetten indirebilirsiniz.
http://www.scribd.com/doc/21131968/osmanl%C4%B1ca-usul
http://www.scribd.com/doc/21131968/osmanl%C4%B1ca-usul
Rize Tahrir-i Öşür Envanteri 1850 Rize Sülaleleri
http://muhammetsafi.blogcu.com/rize-tahrir-i-osur-envanteri-1850-rize-sulaleleri/2800168.........İşte, kendisi de Rizeli olan Muhammet Safi'nin Osmanlı Arşivleri'nde bulduğu, senelerce uğraşıp hazırladığı, dostu Adnan Ekşioğlu'nun sadece bin adet basıp Rize'nin eşrafına ve protokole hediye olarak dağıttığı "Rize Tahrir-i Öşür Envanteri" isimli eserde, o yıllarda Trabzon'a bağlı bir kaza olan Rize'de bundan tam 159 sene önce, yani 1850 senesinde yaşayan 1682 adet ailenin isimleri ve köyleri, ödedikleri vergilerle birlikte yeralıyor.Defterin bir diğer önemli tarafı, kayıtlar arasında bugünün önde gelen bir politikacısının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın o devirde "Bakatoğlu" lâkabını taşıyan ailesinin de bulunması...
Başbakan Erdoğan'ın aile kaydının ayrıntılarını, yandaki kutuda okuyabilirsiniz.
Murat Bardakçı
OSMANLI BELGELERİNDE RİZE
Eski Yerleşim Adlarına
Yeni Karşılıklar Verilmesi http://muhammetsafi.blogcu.com/osmanli-belgelerinde-rize-eski-yerlesim-adlarina-yeni-karsilikl/889941
Arnavutluk devletinin Milli Arşivindeki Osmanlı el yazması belgeler
http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/16-43-52.pdf
.........Bu arşivlerde Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yapılan ihtilaller hakkında çok önemli bilgiler bulunmaktadır. Aynı zamanda, gayr-i menkul, tımar, zeamet, has, çiftlik, vakıf, mülk, toprak sistemini uygulamak için kullanılan yollar, değişik demografik meseleler, tarım, ticaret,inşaat, taşıma, ordu, eğitim, kültür, İslamiyetçinin yayılması, dini kurumlar ve Arnavutluk aydınlarından ve yabancı yazarlardan edebi, tarihi ve bilimsel eserlerin saklanması geleneği gibi konular önemli bir yer alıyor. .....
.............
Arnavutluk’un milli arşivinde; şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre 1405-1953 yıllarinda yazılan Arapça, Farsça ve Osmanlıca yazılan 500 civarında belge bulunmaktadır. Onların yüz tanesi dünyada ve Arnavutluk’ta Bektaşiliğin doğuşunu aydınlatıyor. Üstatların hayatları İmam Ali’den başlayıp onun çocuklarına kadar devam ediyor. Bu belgelerde şiirler saklanmaktadır; Bektaşi mabetlerinde söylenen şarkılar ve yüzyılların mirası olan nefesler ve aynı zamanda orijinal Farsça ve Arapça din dışı konularda yazılmış edebi eserler de bulunuyor. Örneğin Celaleddin Rumi’nin “Mesnevi” kitabının bir kopyası var. Arnavutluk kültürünün bu hazinesini daha iyi tanımak için Türk aydınlarından, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesinin Dekanı Prof. Dr. Alemdar Yalçın ve aynı üniversitede görev yapan As.Prof. Dr. Gıyasettin Aytaş büyük bir samimiyetle iki kardeş milletin tarihi bağlarından gelen ortak kültürü ortaya çıkartmak için çalışıyorlar.
Bizde arşivler bir milletin tarihi için her zaman değerli bir hazine olarak düşünülür çünkü .....
http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/16-43-52.pdf
.........Bu arşivlerde Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yapılan ihtilaller hakkında çok önemli bilgiler bulunmaktadır. Aynı zamanda, gayr-i menkul, tımar, zeamet, has, çiftlik, vakıf, mülk, toprak sistemini uygulamak için kullanılan yollar, değişik demografik meseleler, tarım, ticaret,inşaat, taşıma, ordu, eğitim, kültür, İslamiyetçinin yayılması, dini kurumlar ve Arnavutluk aydınlarından ve yabancı yazarlardan edebi, tarihi ve bilimsel eserlerin saklanması geleneği gibi konular önemli bir yer alıyor. .....
.............
Arnavutluk’un milli arşivinde; şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre 1405-1953 yıllarinda yazılan Arapça, Farsça ve Osmanlıca yazılan 500 civarında belge bulunmaktadır. Onların yüz tanesi dünyada ve Arnavutluk’ta Bektaşiliğin doğuşunu aydınlatıyor. Üstatların hayatları İmam Ali’den başlayıp onun çocuklarına kadar devam ediyor. Bu belgelerde şiirler saklanmaktadır; Bektaşi mabetlerinde söylenen şarkılar ve yüzyılların mirası olan nefesler ve aynı zamanda orijinal Farsça ve Arapça din dışı konularda yazılmış edebi eserler de bulunuyor. Örneğin Celaleddin Rumi’nin “Mesnevi” kitabının bir kopyası var. Arnavutluk kültürünün bu hazinesini daha iyi tanımak için Türk aydınlarından, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesinin Dekanı Prof. Dr. Alemdar Yalçın ve aynı üniversitede görev yapan As.Prof. Dr. Gıyasettin Aytaş büyük bir samimiyetle iki kardeş milletin tarihi bağlarından gelen ortak kültürü ortaya çıkartmak için çalışıyorlar.
Bizde arşivler bir milletin tarihi için her zaman değerli bir hazine olarak düşünülür çünkü .....
başbakanlık osmanlı arşivi rehberi
http://www.devletarsivleri.gov.tr/source.cms.docs/devletarsivleri.gov.tr.ce/docs/osmanli_rehber.pdf
Kisve bahası
Kisve bahası aslen bir arz-i hal (durum beyan) belgesidir. Osmanli zamanında ricale verilen her belge gibi belli bir protokolde yazılmıştır. Kisve bahası sultana verilir.yapısı şu şekildedir:
1- Giriş sunumu.
2- İçerik
3- Son protokol
Kisve bahası , ihtida etmek (din değiştirmek) isteyen bir kişinin sultan'a islam dinini seçtiğini belirten bir belge sunmasıdır . ihtida edenler çoğunlukla
"hidayet-i subhani ve inayet-i samedani yetuşub..."
ya da;
"kufr-u zelaletinde olub yakınen zelaletinde olduğum müşahede..."
gibi kaliplar kullanarak artık aydınlandığını , hatasını anladığını ve inayet gördüğünü açıklayan bir bölum yazarlardı.
Ayrıca :
"Batıl dini terk ve rücu edub hakk-i din olan din-i islami kabul ederim" kalıbı ile veya başka bir benzeri kalıpla islamı seçtiklerini beyan ederlerdi.
Kisve bahası teslim alınıp okunduktan sonra, belgeyi veren nev-musluman (yeni müslüman) ilan edilir ve şehadet getirtilirdi.
Osmanlı imparatorluğunda, insanlar sosyal olarak "millet" sistemine göre gruplandırılmıştı. her milletin kendine göre takmak zorunda olduğu bir şapka, uymak zorunda oldugu bir kıyafet talimatnamesi ya da kıyafetinde ne olursa olsun kullanamadığı bir renk var idi. Müslümanlar imparatorluktaki kurucu ve hakim gruptular. Müslüman olmayan milletlerin hakları bir çok konuda kısıtlanmış idi.
Yukarıda bahsedilen yapısal şeraitten dolayı bir insan müsluman olduğunda kendisinden kıyafetini degiştirmesi ve müslüman kıyafeti giymesi beklenirdi. bu sebeple, müsluman olan kişiye bir kat kisve verilir ya da kisvenin bedeli kendisine ödenirdi.
Kisve bahasinin anlamı işte buradan gelmektedir, "kıyafet ederi" demektir.
http://www.pomak.eu/board/index.php?topic=2801.0
bu dönemi bilmem ama osmanlılar için önemli bir belgedir. zira dininden dönen gayrimüslim reayadan bir insan evladı bu durumu dönemin mahkemesine tescil ettirmekte beis görmediği gibi çeşitli vesilelerle de bu belgeyi almakta zorunluluk hissetmiştir. osmanlı mahkemelerindeki belge türü şöyledir: öncelikle kişinin ikamet yeri belirtilir: "mahruse-i galata mahallatından kurşunlu mahzen mahallesi sakinlerinden olub", sonra muhtedi arkadaşın ismi ve evvelki halinin beyanı: "dalaleti halinde ismi nikola veled-i yani olub"; can alıcı cümlemiz: "hala şeref-i islam ile müşerref oldukda ismi mustafa olduğu bu mahale kayd"
belge türü böyle olabildiği gibi bunlara ek olarak muhtedinin kelime-i şehadet getirişi ve buna şahit olan iki müslüman kişi de yazılabilmektedir. muhtedi kardeşlerimizin babalarının adları da değişir artık "abdullah" oğlu ya da kızıdırlar.
(katibulesrar, 28.04.2009 22:13)
ekşisözlük
1- Giriş sunumu.
2- İçerik
3- Son protokol
Kisve bahası , ihtida etmek (din değiştirmek) isteyen bir kişinin sultan'a islam dinini seçtiğini belirten bir belge sunmasıdır . ihtida edenler çoğunlukla
"hidayet-i subhani ve inayet-i samedani yetuşub..."
ya da;
"kufr-u zelaletinde olub yakınen zelaletinde olduğum müşahede..."
gibi kaliplar kullanarak artık aydınlandığını , hatasını anladığını ve inayet gördüğünü açıklayan bir bölum yazarlardı.
Ayrıca :
"Batıl dini terk ve rücu edub hakk-i din olan din-i islami kabul ederim" kalıbı ile veya başka bir benzeri kalıpla islamı seçtiklerini beyan ederlerdi.
Kisve bahası teslim alınıp okunduktan sonra, belgeyi veren nev-musluman (yeni müslüman) ilan edilir ve şehadet getirtilirdi.
Osmanlı imparatorluğunda, insanlar sosyal olarak "millet" sistemine göre gruplandırılmıştı. her milletin kendine göre takmak zorunda olduğu bir şapka, uymak zorunda oldugu bir kıyafet talimatnamesi ya da kıyafetinde ne olursa olsun kullanamadığı bir renk var idi. Müslümanlar imparatorluktaki kurucu ve hakim gruptular. Müslüman olmayan milletlerin hakları bir çok konuda kısıtlanmış idi.
Yukarıda bahsedilen yapısal şeraitten dolayı bir insan müsluman olduğunda kendisinden kıyafetini degiştirmesi ve müslüman kıyafeti giymesi beklenirdi. bu sebeple, müsluman olan kişiye bir kat kisve verilir ya da kisvenin bedeli kendisine ödenirdi.
Kisve bahasinin anlamı işte buradan gelmektedir, "kıyafet ederi" demektir.
http://www.pomak.eu/board/index.php?topic=2801.0
bu dönemi bilmem ama osmanlılar için önemli bir belgedir. zira dininden dönen gayrimüslim reayadan bir insan evladı bu durumu dönemin mahkemesine tescil ettirmekte beis görmediği gibi çeşitli vesilelerle de bu belgeyi almakta zorunluluk hissetmiştir. osmanlı mahkemelerindeki belge türü şöyledir: öncelikle kişinin ikamet yeri belirtilir: "mahruse-i galata mahallatından kurşunlu mahzen mahallesi sakinlerinden olub", sonra muhtedi arkadaşın ismi ve evvelki halinin beyanı: "dalaleti halinde ismi nikola veled-i yani olub"; can alıcı cümlemiz: "hala şeref-i islam ile müşerref oldukda ismi mustafa olduğu bu mahale kayd"
belge türü böyle olabildiği gibi bunlara ek olarak muhtedinin kelime-i şehadet getirişi ve buna şahit olan iki müslüman kişi de yazılabilmektedir. muhtedi kardeşlerimizin babalarının adları da değişir artık "abdullah" oğlu ya da kızıdırlar.
(katibulesrar, 28.04.2009 22:13)
ekşisözlük
TAPU TAHRİR DEFTERİ VE TAHRİR SİSTEMİ
Osmanlı devletinde fethedilen yerlerde uygulanacak idari teşkilat ve sistem çerçevesinde, tayin olunan heyetler marifetiyle nüfus, arazi ve emlakin tespit ve kaydedilmesi işlemine tahrir bu bilgilerin kaydedildiği deftere de tapu tahrir defteri denirdi. Bu kayıtlar muntazam suretle tutulur ve fethi müteakip ilk tahrirden sonra umumi değişiklikler, vergi gelirlerinde ki artış – azalışlar yada yeni bir padişahın tahta çıkması gibi sebeplerle yenilenirdi. Uzun süren saltanat dönemlerinde tahririn 30 yılda bir tekrarlanması kanundu.
Arazi tahrir sistemi Osmanlılardan önce İslam, Türk-İslam ve Moğol devletlerinde de uygulanmaktaydı. Ortadoğu devlet yapısında gelenekselleşen bu sistemi Araplar Mısır ve İspanya’da, Selçuklular İran’da, İlhanlılar İranve Hint’te uygulamışlardı.
Tahrir en başta timar sisteminin bir gereği olarak bölgedeki gelir kaynaklarının tespiti maksadına dayanıyordu. Tahrirde şehir, kasaba, köy ve çiftlikler birer birer dolaşılarak buralarda oturan vergi mükellefleri, içlerinde vergiden muaf olanlar varsa hangi vergiden ne sebeple muaf oldukları yazılır; bunun yanında topraklı ve topraksız köylüler, evli ve bekar haneler, meslek gurupları, ilmiyeye mensupları, ihtiyar ve sakatlar ayrı ayrı kaydolunurdu. Her köyün merası, ormanı, korusu, yaylağı, kışlağı, çayırı cins cins gösterilerek yetiştirilen mahsuller ve senede vermekle mükellef olunan vergi miktarı deftere geçirilirdi.
Ancak bir bölgenin tahriri oranın yalnızca gelirlerinin tespitinden ibaret değildi. Bunun yanı sıra bölgedeki vakıfların, konar-göçer teşekküllerin, piyade ve müsellemlerin ayrı ayrı tahrirleri de yapılır ve bunlara ait defterler hazırlanırdı.
Tahrir işlemi merkezi bürokraside Tevki‘nin (Nişancı) nezareti altında yürütülür, bölgede tahrir işlemini idare edene de il-yazıcısı, tahrir emini, vilâyet kâtibi, mübâşir veya muharrir denirdi. İl yazıcısının riyasetinde defterin yazılması ve düzenlenmesini üzerine alan, işin tekniğini iyi bilen bir de kâtipler bulunmaktaydı. Ayrıca tahrir işlemi her bölgenin kâdısının da gözetimi ve denetimi altında yürütülmekteydi
Bu işlemde il-yazıcısının istediği bütün yardımı devletin mali idari ve adli teşkilatı yapmağa mecburdu. Tahrir de tutulan ve İl yazıcısının elinde merkeze götürülen deftere mufassal defter denirdi. Bundan sonra mufassal defterin kısaltılmış şekli olarak köylerdeki reâyâ ile kasaba ve şehir halkı isimlerinin kalem kalem yazılmadığı ancak teşkilat, köy adları ve yıllık hasılatın toplu olarak kaydedildiği icmâl veya mücmel [öz-özet] defteri hazırlanırdı.
Bundan başka bir bölgede iki tahrir arasında geçen zaman zarfında yapılan muamelelerin, idari değişikliklerin ve timar tevcihlerinin, verilen vergi muafiyetlerinin vs sürekli işlendiği icmal defteri benzeri rûznâmçe yada derdest adı verilen bir defter tutuluyordu. Bu defteler Dîvân-ı hümâyûn’un tahvil kaleminde muhafaza edildiğinden sonradan tahvil defterleri olarak anılmıştır.
Tahrir usulünün 16. asır sonuna kadar muntazam bir şekilde devam ettiği, on yedinci yüzyıl ortalarından itibaren çeşitli sebeplerle yavaş yavaş terk edilerek yerini yeni usullere bıraktığı anlaşılmaktadır.
Dört beş yüzyıl önce İmparatorluk Türkiye’sinin her köşesindeki sipahiyi, toprağa bağlı köylüyü, yollar üzerindeki derbentleri bekleyen, yol ve köprü tamir eden yahut kervansaraylara hizmet eden insanları, madenci, güherçileci, şapçı, yağcı, tuzcu vb türlü mükellefiyetleri olan halkı ve nihayet üretilen mahsulleri, alınan vergileri, pazar ve gümrük mahallerini bu defterler sayesinde görmek; imparatorluk denilen bu muazzam makinenin çarklarının nasıl işlediğini anlamak bakımından çok önemlidir.
Ayrıca üç kıtaya yayılmış İmparatorluğun topraklarında bugün kurulan yeni devletlerin tarihini tam olarak yazmak da ancak; bölgenin askeri, ekonomik ve sosyal yönünü ortaya koyan bu defterlerle mümkündür
Bugün elde mevcut bulunan tapu tahrir defterleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) ile Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivinde bulunmaktadır.
Bibliyografya
İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, ttk, ank., 1988
S.Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir ?, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, IST 2001 , s46-58
M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB, İst – 1983, Tahrir Maddesi, c.III, s.376
Devamı için tıklayın: http://tarihvemedeniyet.org/2009/09/tahrir-sistemi-ve-tapu-tahrir-defterleri/#ixzz0z8kPPPeJ
Osmanlı devletinde fethedilen yerlerde uygulanacak idari teşkilat ve sistem çerçevesinde, tayin olunan heyetler marifetiyle nüfus, arazi ve emlakin tespit ve kaydedilmesi işlemine tahrir bu bilgilerin kaydedildiği deftere de tapu tahrir defteri denirdi. Bu kayıtlar muntazam suretle tutulur ve fethi müteakip ilk tahrirden sonra umumi değişiklikler, vergi gelirlerinde ki artış – azalışlar yada yeni bir padişahın tahta çıkması gibi sebeplerle yenilenirdi. Uzun süren saltanat dönemlerinde tahririn 30 yılda bir tekrarlanması kanundu.
Arazi tahrir sistemi Osmanlılardan önce İslam, Türk-İslam ve Moğol devletlerinde de uygulanmaktaydı. Ortadoğu devlet yapısında gelenekselleşen bu sistemi Araplar Mısır ve İspanya’da, Selçuklular İran’da, İlhanlılar İranve Hint’te uygulamışlardı.
Tahrir en başta timar sisteminin bir gereği olarak bölgedeki gelir kaynaklarının tespiti maksadına dayanıyordu. Tahrirde şehir, kasaba, köy ve çiftlikler birer birer dolaşılarak buralarda oturan vergi mükellefleri, içlerinde vergiden muaf olanlar varsa hangi vergiden ne sebeple muaf oldukları yazılır; bunun yanında topraklı ve topraksız köylüler, evli ve bekar haneler, meslek gurupları, ilmiyeye mensupları, ihtiyar ve sakatlar ayrı ayrı kaydolunurdu. Her köyün merası, ormanı, korusu, yaylağı, kışlağı, çayırı cins cins gösterilerek yetiştirilen mahsuller ve senede vermekle mükellef olunan vergi miktarı deftere geçirilirdi.
Ancak bir bölgenin tahriri oranın yalnızca gelirlerinin tespitinden ibaret değildi. Bunun yanı sıra bölgedeki vakıfların, konar-göçer teşekküllerin, piyade ve müsellemlerin ayrı ayrı tahrirleri de yapılır ve bunlara ait defterler hazırlanırdı.
Tahrir işlemi merkezi bürokraside Tevki‘nin (Nişancı) nezareti altında yürütülür, bölgede tahrir işlemini idare edene de il-yazıcısı, tahrir emini, vilâyet kâtibi, mübâşir veya muharrir denirdi. İl yazıcısının riyasetinde defterin yazılması ve düzenlenmesini üzerine alan, işin tekniğini iyi bilen bir de kâtipler bulunmaktaydı. Ayrıca tahrir işlemi her bölgenin kâdısının da gözetimi ve denetimi altında yürütülmekteydi
Bu işlemde il-yazıcısının istediği bütün yardımı devletin mali idari ve adli teşkilatı yapmağa mecburdu. Tahrir de tutulan ve İl yazıcısının elinde merkeze götürülen deftere mufassal defter denirdi. Bundan sonra mufassal defterin kısaltılmış şekli olarak köylerdeki reâyâ ile kasaba ve şehir halkı isimlerinin kalem kalem yazılmadığı ancak teşkilat, köy adları ve yıllık hasılatın toplu olarak kaydedildiği icmâl veya mücmel [öz-özet] defteri hazırlanırdı.
Bundan başka bir bölgede iki tahrir arasında geçen zaman zarfında yapılan muamelelerin, idari değişikliklerin ve timar tevcihlerinin, verilen vergi muafiyetlerinin vs sürekli işlendiği icmal defteri benzeri rûznâmçe yada derdest adı verilen bir defter tutuluyordu. Bu defteler Dîvân-ı hümâyûn’un tahvil kaleminde muhafaza edildiğinden sonradan tahvil defterleri olarak anılmıştır.
Tahrir usulünün 16. asır sonuna kadar muntazam bir şekilde devam ettiği, on yedinci yüzyıl ortalarından itibaren çeşitli sebeplerle yavaş yavaş terk edilerek yerini yeni usullere bıraktığı anlaşılmaktadır.
Dört beş yüzyıl önce İmparatorluk Türkiye’sinin her köşesindeki sipahiyi, toprağa bağlı köylüyü, yollar üzerindeki derbentleri bekleyen, yol ve köprü tamir eden yahut kervansaraylara hizmet eden insanları, madenci, güherçileci, şapçı, yağcı, tuzcu vb türlü mükellefiyetleri olan halkı ve nihayet üretilen mahsulleri, alınan vergileri, pazar ve gümrük mahallerini bu defterler sayesinde görmek; imparatorluk denilen bu muazzam makinenin çarklarının nasıl işlediğini anlamak bakımından çok önemlidir.
Ayrıca üç kıtaya yayılmış İmparatorluğun topraklarında bugün kurulan yeni devletlerin tarihini tam olarak yazmak da ancak; bölgenin askeri, ekonomik ve sosyal yönünü ortaya koyan bu defterlerle mümkündür
Bugün elde mevcut bulunan tapu tahrir defterleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) ile Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivinde bulunmaktadır.
Bibliyografya
İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, ttk, ank., 1988
S.Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir ?, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, IST 2001 , s46-58
M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB, İst – 1983, Tahrir Maddesi, c.III, s.376
Devamı için tıklayın: http://tarihvemedeniyet.org/2009/09/tahrir-sistemi-ve-tapu-tahrir-defterleri/#ixzz0z8kPPPeJ
FARSÇA DİVAN SAHİBİ OSMANLI SULTANLARI
VE DİVÂNLARININ NÜSHALARI
http://lisanifarisi.com/category/farsca-divan-sahibi-osmanli-sultanlari/
Osmanlıca Usul
http://nurunyolcusu.com/forum/osmanlica_giris/osmanlica_usul-t1678.0.html
VE DİVÂNLARININ NÜSHALARI
http://lisanifarisi.com/category/farsca-divan-sahibi-osmanli-sultanlari/
Osmanlıca Usul
http://nurunyolcusu.com/forum/osmanlica_giris/osmanlica_usul-t1678.0.html
Priştineli Begzâde Nûrî Divanı ve Divan'daki Şifreli Yazılar
www.turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfdergi/s27/12esra.pdf
www.turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfdergi/s27/12esra.pdf
Ketebe (İmzâ) ve Târih Koyma Şekilleri
Mahmud Bedreddin YAZIR
Hattatlar, yazıları altına koydukları imzâlarını ekseriyâ Arapça “Bunu yazdı” demek olan kelimesiyle birlikte yazarlar ki, buna Ketebe koymak, Ketebe yazmak, Ketebe atmak, kısaca ketebe derler.
Her yazı nev’ine göre ketebe koymanın husûsî bir şekli vardır. Sülüs, Muhakkak, Reyhânî, Celî ve Müsennâ yazılarda ekseriyâ Rıkaa’ kalemiyle yâni (icâzet) yazısıyla yazarlar ve nokta koymazlar. Ta’lîk’de yine Ta’lîk yazı ile ve asıl kalemin üçte biri kalınlıkta olmasını tercih ederler.
Ketebehû yerinde, nemekahu, yazan kendisinden söz katıyorsa Harrerehu, harekeli yazmış ise Rakamehu, tevâzu için, yâhut karalama yazmış olduğunu ifâde için Sevvedehu, bir meşke baka baka yazdığını, yâhut meşk olmak üzere îtinâ ile yazıldığını ifâde için Meşşakahu, istinsâh (kopya) sûretiyle yazmışsa Nesehâhu, yâhut Satarehu, aynen taklît ederek yazıldığını ifâde için Kalledehu gibi tâbirler kullanılmıştır.
Bir de, murakkaât, kıt’a, kitâp ve levhalarda El-fakîr, yâhut El hakîr, El-müznîp, Er-râcî gibi makama ve yazı muhtevâsına uygun ve tevâzua delâlet eden bir kelime veya cümleden sonra, isim yazmayı âdet edenler de olmuştur. İsimden sonra bâzen Gufire lehu, Gufire zünûbuhu ve emsâli duâyı taşıyan bir cümle ilâve edilir.
Bâzıları, yalnız kendi ismini yazmazlar, bâzıları isimden önce veya sonra babasının, hocasının, her ikisinin adlarını yazmışlar ve hattâ memleketini ve mesleğini bile tebârüz ettirenler olmuştur. Hâsılı, imzâ ve ketebe işinde her san’atkâr kendince münâsip gördüğü şekli kullanmıştır.
Bilindiği üzere, imzâlı yazılara imzâsızlardan ziyâde kıymet verilir. Çünkü imzâ yazının senedi mâhiyetindedir. Bu îtibarla bir hattat, bile bile güzel bir yazısına imzâ atmak istemeyeceği gibi, beğenmediği bir yazısına da imzâ atmaktan çekinir. Dolayısıyla, bir yazının imzâlı veya imzâsız olmasının mutlaka bir mânâsı olmak îcap ederse de, bunu her zaman sezmek mümkün olmaz. İmzâ koymamak husûsunda sebep olarak başlıca şunlar hatıra gelir: Tevâzu’dan, yâhut yazının fevkaladeliğinden dolayı kendini gurûr ve şöhret âfetine tutulmaktan korumak, yâhut bütün bir san’at âlemine meydan okumak, yâni “Şöyle bir yazı yazılmıştır. Yazan kim olursa olsun, onun ehemmiyeti yoktur. Bir şâh veya bir gedâ olabilir. Mes’ele bunda değildir. Bunun bir benzerini yazacak varsa, işte er meydanı, buyursun! Bununla berâber, böyle bir eseri meydana koyanın unutulması, şöhret âfetine tutulmasından hayırlıdır. Maksat şöhret değil, güzel bir iş görmek, güzel bir eser bırakmaktır. Bunu yazan, notunu halktan değil, Hâlık’ından almak ümîdiyle yazmış, bu husûs ise henüz tahakkuk etmemiş bulunduğu için o eseri kendine izâfe etmekten Hakk’a karşı hicâp duymasından dolayı, imzâ koymağa eli varmamıştır” demek istemiştir.
Tuğralar, fermanlar, paralar, beratlar… gibi resmî yazılarda hattatın imzâ koymaması istenildiği, yâhut imza koymaya henüz izin ve icâzet verilmediği için, koymamış olabilir.
Târih koymaya gelince, bunda asıl olan koymak ise de, yukarıki sebeplerden başka, yazıda târih koyacak münâsip bir yer bulunmamasından veya yazının estetiği üzerinde menfî durum ihdâs edeceği düşüncesinden, yâhut târih koyması istenmemesinden, târih atmaya değmeyen muhtevâyı taşımasından veyta konduğu takdirde bir karışıklık ve fesâdı mûcip olacağından konulmamış olabilir. Bir de, bâzı meşhur hattatlar, yazılarının ekol (mektep) hâlini almış fevkalâde bir üslûbu hâiz olması e şahsiyetine delâletde vâzıh bulunması hasebiyle imzâ koymaya lüzum görmemişlerdir.
http://www.hatdergisi.com/
Mahmud Bedreddin YAZIR
Hattatlar, yazıları altına koydukları imzâlarını ekseriyâ Arapça “Bunu yazdı” demek olan kelimesiyle birlikte yazarlar ki, buna Ketebe koymak, Ketebe yazmak, Ketebe atmak, kısaca ketebe derler.
Her yazı nev’ine göre ketebe koymanın husûsî bir şekli vardır. Sülüs, Muhakkak, Reyhânî, Celî ve Müsennâ yazılarda ekseriyâ Rıkaa’ kalemiyle yâni (icâzet) yazısıyla yazarlar ve nokta koymazlar. Ta’lîk’de yine Ta’lîk yazı ile ve asıl kalemin üçte biri kalınlıkta olmasını tercih ederler.
Ketebehû yerinde, nemekahu, yazan kendisinden söz katıyorsa Harrerehu, harekeli yazmış ise Rakamehu, tevâzu için, yâhut karalama yazmış olduğunu ifâde için Sevvedehu, bir meşke baka baka yazdığını, yâhut meşk olmak üzere îtinâ ile yazıldığını ifâde için Meşşakahu, istinsâh (kopya) sûretiyle yazmışsa Nesehâhu, yâhut Satarehu, aynen taklît ederek yazıldığını ifâde için Kalledehu gibi tâbirler kullanılmıştır.
Bir de, murakkaât, kıt’a, kitâp ve levhalarda El-fakîr, yâhut El hakîr, El-müznîp, Er-râcî gibi makama ve yazı muhtevâsına uygun ve tevâzua delâlet eden bir kelime veya cümleden sonra, isim yazmayı âdet edenler de olmuştur. İsimden sonra bâzen Gufire lehu, Gufire zünûbuhu ve emsâli duâyı taşıyan bir cümle ilâve edilir.
Bâzıları, yalnız kendi ismini yazmazlar, bâzıları isimden önce veya sonra babasının, hocasının, her ikisinin adlarını yazmışlar ve hattâ memleketini ve mesleğini bile tebârüz ettirenler olmuştur. Hâsılı, imzâ ve ketebe işinde her san’atkâr kendince münâsip gördüğü şekli kullanmıştır.
Bilindiği üzere, imzâlı yazılara imzâsızlardan ziyâde kıymet verilir. Çünkü imzâ yazının senedi mâhiyetindedir. Bu îtibarla bir hattat, bile bile güzel bir yazısına imzâ atmak istemeyeceği gibi, beğenmediği bir yazısına da imzâ atmaktan çekinir. Dolayısıyla, bir yazının imzâlı veya imzâsız olmasının mutlaka bir mânâsı olmak îcap ederse de, bunu her zaman sezmek mümkün olmaz. İmzâ koymamak husûsunda sebep olarak başlıca şunlar hatıra gelir: Tevâzu’dan, yâhut yazının fevkaladeliğinden dolayı kendini gurûr ve şöhret âfetine tutulmaktan korumak, yâhut bütün bir san’at âlemine meydan okumak, yâni “Şöyle bir yazı yazılmıştır. Yazan kim olursa olsun, onun ehemmiyeti yoktur. Bir şâh veya bir gedâ olabilir. Mes’ele bunda değildir. Bunun bir benzerini yazacak varsa, işte er meydanı, buyursun! Bununla berâber, böyle bir eseri meydana koyanın unutulması, şöhret âfetine tutulmasından hayırlıdır. Maksat şöhret değil, güzel bir iş görmek, güzel bir eser bırakmaktır. Bunu yazan, notunu halktan değil, Hâlık’ından almak ümîdiyle yazmış, bu husûs ise henüz tahakkuk etmemiş bulunduğu için o eseri kendine izâfe etmekten Hakk’a karşı hicâp duymasından dolayı, imzâ koymağa eli varmamıştır” demek istemiştir.
Tuğralar, fermanlar, paralar, beratlar… gibi resmî yazılarda hattatın imzâ koymaması istenildiği, yâhut imza koymaya henüz izin ve icâzet verilmediği için, koymamış olabilir.
Târih koymaya gelince, bunda asıl olan koymak ise de, yukarıki sebeplerden başka, yazıda târih koyacak münâsip bir yer bulunmamasından veya yazının estetiği üzerinde menfî durum ihdâs edeceği düşüncesinden, yâhut târih koyması istenmemesinden, târih atmaya değmeyen muhtevâyı taşımasından veyta konduğu takdirde bir karışıklık ve fesâdı mûcip olacağından konulmamış olabilir. Bir de, bâzı meşhur hattatlar, yazılarının ekol (mektep) hâlini almış fevkalâde bir üslûbu hâiz olması e şahsiyetine delâletde vâzıh bulunması hasebiyle imzâ koymaya lüzum görmemişlerdir.
http://www.hatdergisi.com/
TÜRK TARĐH VE EDEBĐYAT KAYNAKLARININ iÇ VE DIŞ TENKiĐ MESELESi
ÖZET
Menderes COŞKUN*Prof, Dr.,
Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi.
Tarihi ve edebi metin araştırmacısının en önemli görevlerinden birisi incelediği metnin sahte olup olmadığını ortaya koymaktır. Araştırmacıların eser tenkidi ile ilgili bilgileri, ancak çok acemice hazırlanmış bir sahteciliği fark edebilir. Konunun ehli tarafından uydurulmuş hiçbir eser, basit soru ve araştırmalarla kendisini ele vermez. Bu konuda araştırmacılara bakış açısı kazandıracak bilgilere ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Uydurma Eser, iç Tenkit, Dış Tenkit, Kaynak Tenkidi
INTERNAL AND EXTERNAL CRITICISM OF SOURCES OF TURKISH HISTORY AND LITERATURE
ABSTRACT
The most important function of text criticism is to identify a text whether or not it is a fake. Our knowledge may detect only those fake texts created by inexperienced hands. Fake texts written by professionalists can not be identified easily through simple questions and study. There should be such fake texts which could be detected by only inner detection.
Key Words: Fake Text, Internal Criticism, External Criticism, Text Criticism
Tarihî kaynakların dış ve iç tenkidi konusu, araştırmacıların teorik olarak bildikleri, fakat araştırmalarında hakkıyla uygulayamadıkları bir konudur. Bizde kaynak tenkidini engelleyen en önemli husus, kaynaklara karşı şüphe duymamamızdır. Hâlbuki kaynak tenkidinin özünü veya ruhunu şüphe oluşturur. Şüphenin olmadığı yerde skolastik düşünce tarzı hâkimdir. Şüphenin, ehil olmayan insanların elinde bir tahrip aracı haline gelebileceği de unutulmamalıdır.
Batıda, kaynaklardan şüphelenmenin tarihi çok eskidir.
1945’li yıllarda Almanlar tarafından kurşuna dizilerek öldürülen ünlü
Fransız tarihçisi Marc Bloch, uydurmacılığın ve şüpheciliğin Avrupa’daki mazisine şu sözlerle işaret eder: “Orta Çağda sahtenin bolluğu karşısında, şüphe sıklıkla doğal bir savunma refleksi haline gelmişti. 11. yüzyılda bir davada kendine karşı belgesel kanıtlar ileri süren rahiplere karşı Lorraineli bir köy senyörü “mürekkeple herhangi bir kimse, herhangi bir şeyi yazabilir.” diye bağırmaktaydı.” (Bloch 1994: 61). Avrupa’da matbaanın yaygınlaşması, gazetelerin çıkması ve kitapların basılmasıyla birlikte, bilgi, yazma bir eserde hapsolmaktan kurtulup geniş okuyucu kitlelerinin istifadesine ve dolayısıyla denetimine sunuldu. Böylece eserler arasındaki çelişki ve tutarsızlıklar fark edildi. Özellikle eski yazarların yalancılıkları ortaya çıktı (Burke 2001: 202). Floransalı Leonard Bruni (ö. 1444) ve Napolili Laurent Valla (ö. 1457) gibi hümanist tarihçilerin öncülüğünde, Avrupa’da eski eserlerin sahte olup olmadıkları tartışma konusu hâline geldi. Valla, 8. asırda Romalı bir rahip tarafından kaleme alınmış olan Constantinus’un Bağışı (Donation) adlı meşhur eserin sahte olduğunu ilân etti (Halkın 1989: 71, Bloch 1994: 61-). Özellikle 17. asırdan itibaren eski Yunan Roma dönemiyle ilgili metinlerden şüphe edilmeye başlandı. Jean Hardouin adlı bir Fransız Cizviti, birçok klâsiğin yazarı konusundaki şüphelerini dile getirmiştir. 17. ve 18. asırda benzeri şüpheleri paylaşan diğer ilim adamları da olmuştur. 1699 yılında Đngiliz âlim Richard Bentley, Phalaris’in Mektuplar’ının sonradan uydurma olduğunu ispatlamıştır. Alman bilgin Vincent Placcius 1674’te yayımladığı Anonim Yazılar Hakkında adlı eserinde “isimsiz ya da takma adlı yapıtların yazarlarını keşf ve ifşa” etmiştir (Burke 2001: 200).
17. asrın sonlarında Batıda bir bilgi bunalımının veya şüphe krizinin yaşandığı söylenebilir. Dönemin bilginleri bu bunalımdan kurtulmak için yöntem arayışlarına girerler. Đki metot geliştirirler: Geometri ve Ampirizm (Burke 2001: 204-205). 1643’lü yıllarda iki Cizvit’in Acta Sanctorum’ları, yani Hırsitiyan azizlerin menkıbevî hayatlarının ciltler halinde yayımlamalarından sonra, Cizvit rahibi Papebrock, manastırlarda korunan bütün vesikaların sahte olduğunu iddia eder (Bloch 1994: 63, Halkın 1989: 71). Papebroch’un aşırı şüpheciliği, onu Saint-Benoit tarikatının belge-koleksiyonlarının mevsuk olanlarını bile reddetme noktasını iter. Saint-Benoit tarikatının Fransız bir mensubu olan Jean Mobillon De re Diplomatica adlı eserini Paris’te 1681’de yayınlayarak belge tenkidinin ilk bilimsel eserini araştırmacıların istifadesine sunar (Halkın 1989: 72). 17. yüzyılın sonu ve 18. asrın başında tenkitle ilgili daha başka eserler de kaleme alınmıştır. Bunlar arasında “Richard Simon’un Eski Ahid’in Eleştirel Tarihi (1678), Pierre Bayle’in Tarihsel ve Eleştirel Sözlük’ü (1697), Pierre Le Brun’un Batıl Uygulamaların Eleştirel Tarihi (1702) ve Đspanyol keşişi Benito Feijpo’nun Evrensel Eleştirel Tiyatro’su (1726-)” vardır (Burke 2001: 201).
Türk tarihi ve edebiyatında da tarihî konu ve şahıslarla ilgili bir bilgi karmaşası vardır. Kaynaklara göre tarihî bir kişiliği hem oldukça ahlâklı ve dindar hem de fevkalâde ahlâksız ve bohem olarak sıfatlandırmak mümkündür. Bütün bu çelişkili bilgiler; emeksiz ve metotsuz, kolaycı yorumlarla aşılabilir. Ancak ilim adamları, kaynaklardaki bilgilerin doğruluk derecelerini tespit etmek, hatta kaynakların mevsuk mu, uydurma mı olduğunu araştırmak zorundadırlar. Bu da kaynakların iç ve dış tenkidiyle ve üslûp çalışmalarıyla mümkündür. Batıda üslûp çalışmaları sayesinde bazı meşhur eserlerin başka yazarlar tarafından yazıldığı, bazılarının da uydurma olduğu iddia edilmiştir. Meselâ Shakespeare’in eserlerinin Christopher Marlowe tarafından yazıldığı ispatlanmaya çalışılmıştır.
Türk edebiyatında kaynak tenkidi ile ilgili çalışmalar, 20. yüzyılda Ömer Ferit Kam, Zeki Velidi Togan, Fuat Köprülü ve Ali Nihat Tarlan gibi araştırmacılar tarafından başlatılmıştır. Ancak bu çalışmalar, Batıdakinin tersine, kültür kaynaklarımıza karşı oluşan bir şüphe krizinden kaynaklanmamıştır. Yani bizde kaynak tenkidinin tabiî bir süreci yoktur. Đtici güç olan şüpheden mahrumdur. Dolayısıyla, eser tenkidi, Türk edebiyatında kendisine hâlâ zihnî bir motivasyon veya zemin bulamamıştır. Çalışmalar, kaynakların sahte veya orijinal olup olmadıkları konusunda bir sonuca ulaşmaya yönelik değil, onları tasvir etmeye yöneliktir. Kendisine ulaşan her bilgi kaynağına iman eden birisinin şüpheye düşmesi mümkün değildir.
Eser tenkidinde birinci şart, araştırmacının eldeki kaynağa karşı konumunu doğru olarak belirlemesidir. Tarihî bir eser, geçmiş bir yüzyılın edebî, sosyal, siyasî her hangi bir yönüne tanıklık ve şahitlik iddiasında bulunan bir varlıktır. Araştırmacı kendisini eser karşısında yargıç konumunda görmeli ve kendisini, şahidin her söylediğine inanmaya mahkûm etmemelidir. Tarihî bir eserin de, bir insanın kaleminden çıktığı ve insanlara ait bütün olumsuzlukların taşıyıcısı olabileceğini unutmamalıdır. Bir eserin insanlar kadar yalancı, kandırılmış, sübjektif, tarafgir vs. olabileceğini düşünmelidir.
19. asrın önemli düşünürlerinden Collingwood şöyle der: “Tarihçi [olarak] bir yetkenin tanıklığını kabul ettiği ve onu tarihsel bir hakikat diye gördüğü ölçüde tarihçi adını yitirir; ama elimizde ona verecek başka bir ad yok.” (Collingwood 1990: 252). Yine Collingwood’a göre, tenkidî bakış açısıyla birlikte, belge eski itibarlı yerini ve anlamını kaybetti ve kendisini “çapraz” sorgulanmayı kabul eden bir tanık sandalyesinde buldu. Belge yargı konusu olurken, tarihçi de kâtip sandalyesinden kalkıp yargıç koltuğuna oturdu. 17. asırda başlayan bu tarz tarih yazımı, 19. asırda eleştirel tarih adını aldı (Collingwood 1990: 254-255).
Tarihî metin araştırmacısının en önemli görevlerinden birisi, incelediği metnin doğru söyleyip söylemediğini ve hatta uydurma olup olmadığını tespit etmektir. Bizim eser tenkidi ile ilgili bilgilerimiz, ancak çok acemice hazırlanmış bir sahteciliği fark edebilir. Konunun ehli tarafından uydurulmuş hiçbir eser, basit soru ve araştırmalarla kendisini ele vermez. Usta bir sahteci, kaynaklarını, kâğıdını, yazısını, mürekkebini özenle seçer. Öyle uydurma eserler vardır ki onun uydurma olabileceğine bazen elde tek delilimiz kalır: feraset.
Uydurma tarihî eserler kaleme alındığına veya bazı mevsuk eserlerin içine uydurma bilgilerin ilâve edildiğine dair ciddî iddialar vardır. Bunlardan birisi Türk edebiyatındaki münşeat mecmualarının en önemlilerinden birisi olan Feridun Beğ’in Münşeâtü’s-Selâtîn’ini ile ilgilidir. Münşeâtü’s-Selâtîn’nde yer alan bazı metinlerin, Muhammed bin Müeyyed el-Bağdadî’inin Et-Tevessül ila’t- Teressül’ünden ve Đbn Arabşâh’ın Acâ’ibü’l-Makdûr’ünden alınmış olduğu ve bu metinlerin, kişi adları değiştirilmek suretiyle Osmanlılara mal edildiği belirlenmiştir. Bu eserdeki sahte vesikaların varlığından ilk önce J. Mordtman 1918’de Đstanbul’da yayınlanan Đlm- i Usûl-i Târîh adlı eserinde bahsetmiştir. Daha sonra Mükrimin Halil Đnanç, Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda (XI-XIV) yayımladığı bir yazısında Münşeâtü’s-Selâtîn’deki sahte belgelerin kaynaklarını göstermiştir (Togan 1985: 78, 81). Burada kendi kendimize sormamız gereken soru şudur: Acaba Bağdadî ve Đbn Arabşâh’ın eserleri bulunmasaydı Münşeat’ta yer alan bu bilgilerin sahteliğini kim nasıl ispat edebilirdi? Belgelerin sahte olduğunu, kullanılan üslûp vasıtasıyla iddia eden kişiye karşı nasıl bir tavır takınırdık? Daha önemli soru ise şudur: Bağdadî ve Đbn Arabşâh’ın eserleri mi sahte yoksa Feridun Beğ’in Münşeâtü’s-Selâtîn’i mi?
Zeki Velidî Togan’ın verdiği şu bilgiler, tarih ve edebiyat araştırmacılarına bir bakış açısı kazandırması bakımından çok önemlidir: “1941’de Konya’da eski Osmanlı tarihine ait bazı eserler meydana çıkarılmıştır. Bunlardan birisi Arapça, diğerleri Farsçadır. Arapçası Tezkiretü’l-Đber adında olup Aksaraylı birisi tarafından güya 756 (1355)’de yani Orhan Gazi zamanında yazılmış imiş. Bu eserlerin sahteliği, bunları meydana çıkaran şahsın daha evvel yapılmış sahte eserlerle ilgisi görünmesinden, gerek Arapça gerekse Farsçasının gayet bozuk olmasından, yani sahtekâr zatın her iki dili de az bildiği hâlde kendisini bu dillerde yazmak yolunda zorladığı görülmesinden ve yazıların birbirine benzemeyişinden anlaşılıyor. Fakat mühim olan cihet Türkiye’de ancak 20. asırda Avrupalı âlimlerin tetkikat ile âşinalık peyda edildikten sonra malûm olan şeylerin Aksaraylı âlime daha Osman Gazi zamanında malûm olmuş gibi gösterilmiş olmasıdır. Burada müellif Anadolu’daki Hititlerden bahsettiği gibi, ancak Orhon kitabelerinin keşfinden sonra meşhur olan Orhon nehri bile vardır. Maamafih bu Tezkiret al-Đber’de eski Osmanlılar zamanına ait Konya civarında yaşayan birisi tarafından uydurulması mümkün olmayan bazı teferruat vardır. Bunlardan anlaşılıyor ki sahtekâr müellifin eline böyle bir eser geçmiş, o da bunu tevsi ederek Hitit ve sair kavimlere ait muasır malûmatı da ilâve ederek esere fazla kıymet vermek istemiştir.” (Togan 1985: 82).
Tuncer Baykara, muhtemelen Togan’ın verdiği bilgilere dayanarak, sahte eser üretmenin üç sebebinin olduğunu söyler. Bunlardan birincisi âdi sahtekârlıktır ki para kazanmaya yöneliktir, ikincisi “Millî, ulvî=yüce amaçlar uğruna yapılan sahtekârlık”, üçüncüsü de masum sahtekârlıktır (Baykara 1999: 76-77). Baykara’nın, Gölpınarlı’nın Yunus Emre ve Tasavvuf adlı eserinden aldığı şu bilgi de aktarılmaya değer: “Konya’da ... düzenbaz, yalancı bir seyyar kitapçı vardı. Yepyeni ve pis bir rika ile vezinsiz, saçma sapan şeyler yazar, Selçuk Şehnâmesi, Dehhani Şehnamesi, Keşfî Tezkiresi, bilmem kimin cönkü diye bir ad takar, eski bir tarih atar; kâğıttan, yazıdan, imlâ özelliklerinden, tarihî bilgiden, dilden, vezinden, kafiyeden anlamayan saf-dillere satardı. Hitit, falan filan diye günün modalarını da ihmal etmez, yüksek makamların dikkatini çekmeye çalışırdı.” (Baykara 1999: 76).
Bazı Batılı ve yerli oryantalistlerin, Osmanlı Türklerinin ne kadar zalim ve ahlâksız bir millet olduğunu göstermek için uydurma belge ve eserler imal ettikleri bilinmektedir. Muhtemelen itibar sahibi eski yazarlara atfedilerek Osmanlı tarihi ve kültürü ile ilgili art niyetli veya uydurma eserlerin yazılmış olabileceğini ima eden bilgilerden birisi Ziya Paşa’nın ağzından sızmıştır. 21 Şubat 1932 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazıda yer alan şu hatıra oldukça manidardır: Ziya Paşa “son derece güç durumda bulunduğu bir gün Hıristiyan misyonerlerden birisi kendisine gelerek ‘büyük para karşılığında, - lâkin devletin ve milletin menfaatlerini zedeleyebilecek tarzda – isimsiz, imzasız bir kitap yazması ...’ teklifinde bulundu.” Paşa’nın, bu teklife karşı cevabı şöyle olur: “- Efendi !... Siz beni, paraya; dinini, ismini, milliyetini satar bir adam mı zannediyorsunuz?” (Göçgün 1987: 9). Böyle bir teklifi Ziya Paşa kabul etmemiş olsa bile, Osmanlı devletinin o dönemde böyle teklifleri kabul edecek ve zevkle yapacak insanlarla dolu olduğunu tahmin etmek zor değildir. Tanzimat döneminde imal edilip meşhur Osmanlı müellifine atfedilen bir eserin sahte olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Nazım ve nesir yeteneği olan usta bir uydurmacı, 16. yüzyıl yazarlarından birisinin namına yazdığı veya derlediği bir eserde kendisini ele verecek kelimeleri kullanır mı? Bu hususta şimdilik 19. asırda Türk edebiyatı araştırmalarının temellerini atan oryantalistlerin, kendi toplumlarında yoğun bir şekilde var olan sahte eser yazma faaliyetlerinden uzak durmuş olmalarını temenni etmekten başka çaremiz yoktur. Ancak, bu temenni, onların bazı Osmanlı şair ve edipleri adına uydurma eserler kaleme almış olabileceklerini düşünmemize engel teşkil etmemelidir.
Bilindiği gibi özellikle 19. asırda Batıda “toplum bilimciler”, “toplumu bir organizma olarak düşünmeye” başlarlar ve “tarihi, bilimin içine” sokarlar. “Bilim artık durağan (statik) ve zaman dışı bir şeyle değil değişim ve gelişim süreciyle” ilgilenmeye başlar (Carr 1993: 68). 1935’te ölen Belçikalı tarihçi Henri Pirenne şöyle der: “Bütün harp boyunca, savaşan taraflar özellikle iki ilmi harekete geçirme çabasında oldular: Tarih ve kimya. Kimya onlara patlayıcı maddeleri ve gazları temin etti; tarih ise bahaneleri, haklı çıkma delillerini veya mazeretleri.” Böylece tarih tenkit ve tarafsızlığını yitirdi. “Tarih bazen ihtirasa kapılma, tezleri müdafaa etme, kesinlikle anlama kaygısına düşmeme ve askerlere ve politikacılara boyun eğme gibi durumlarla karşılaştı.... Bütün devirlerde prensler, tarihi kendi ihtiraslarının ve iştahlarının hizmetine sokmayı istemişlerdir.” (Halkın 1989: 115-116). Zihinleri şekillendirmek için doğruları çarpıtarak veya uydurma belgelere dayanarak eser yazma faaliyetleri 19. ve 20. asırda hız kazanmıştır. Hatta bu faaliyetler için bürolar kurulmuştur. Bunların gizlenemeyenlerinden birisi Wellington Evidir. ingiliz propagandacılarının, Wellington Evinde Türkler aleyhine yayınlar yaptıkları, eser ve makaleler yazdıkları ortaya çıkarılmıştır. Đngilizler, Hindistan Müslümanlarının Türklere karşı olan sempatilerinin
kırılması için Türklerin ne kadar kötü ve ahlâksız bir millet olduğunu anlatan yayınlar yapma lüzumunu hissetmişlerdir (McCarthy 2002:
470). Yazı ve eserlerdeki bilgiler ferman, fetva, harita, seyahatname
gibi sahte belgelere dayanmaktadır. Yazı ve belgeler Anadolu’dan veya başka yerlerden temin edilmekte, bu yazı, belge ve bilgiler masa başında tarihîleştirilmektedir. Toynbee, Lewis Namier, J. W. Headley Morley, Edwyn Bevin gibi ünlü âlimler, kendilerine ulaşan uydurma bilgilerin, inanılır hale sokulmasında danışmanlık görevi yapmışlardır. McCarthy’ye (2002: 471) göre büroda çalışanlar “muhtemelen yaptıkları işten sürekli utanç duymaktaydılar ve bu yüzden savaş [I. Dünya Savaşı] biter bitmez derhal Propaganda Ofisi’nin bütün kayıtlarını imha ettiler.” Yayınlar devletin de desteği ile basılmış ve dağıtılmıştır. Wellington Evi’nin 1915’te yayımladığı bir raporda “17 ayrı dilde” yazılmış “2.5 milyon nüsha kitap, broşür ve diğer yazılı propaganda malzemesi listelen”miştir (McCarthy 2002: 470). Bir yıl sonraki raporda verilen rakam, 7 milyondur. “Probagandanın genel teması ise bütün yayınlarda tutarlılık göstermekteydi.” diyen McCharty bu eserlerde verilmek istenen ana fikri şöyle özetler: “Türkler yönettikleri bütün ülkeleri harabeye çeviren cahil yöneticilerdir.”; “Türkler Hıristiyanlara karşı insanlık dışı zulümlerin suçlularıdırlar, bu suçlar kitle katliamları ve korkunç cinsel suçları da kapsamaktadır.” “Osmanlı imparatorluğundaki halk kitleleri kurtuluş için Đngilizleri beklemektedir.” (McCarthy 2002: 472). Böylece muhtemelen Hıristiyanlar ve diğerleri, Türklere karşı yapılması plânlanan savaşa hazırlanmıştır. Birkaç yıl sonra dünyanın dört bir tarafından toplanan insanlar, zalim ve ahlâksız olarak tanıdıkları Türkleri yok etmek için Çanakkale’ye geleceklerdir. Mehmet Âkif, Âsım’da bu insanların, farklı milletlere mensup olduklarını veciz bir şekilde dile getirmiştir.
Eser tenkidi ile ilgili olarak yazılan Türkçe eserler hem nicelik hem de nitelik bakımından yetersizdirler. Ferit Kam’ın Âsâr-ı Edebiyye Tetkîkâtı adıyla 1915-16’lı yıllarda ders notu olarak yayımladığı eseri, konuyla ilgili ilk denemelerdendir. Ferit Kam bu eserinde tecrübelerine ve aklıselimine dayanarak edebî bir eser incelemesinde dikkat edilecek bazı hususları dile getirmiştir. Ali Nihat Tarlan ise metin şerhi, metin tamiri, mukayeseli edebiyat çalışmaları yapmıştır. Bizde eser tenkidi ile ilgili ilk ciddî bilgileri veren araştırmacı Zeki Velidi Togan’dır. Onun verdiği bilgiler hâlâ tazeliğini korumaktadır, yani bu konuda orijinal eserler hâlâ üretilememiştir. Ferit Kam’ın (2003: 27), Batı edebiyatında eser incelemesiyle ilgili yazılmış olan eserleri dikkate almamasına, hatta söz konusu eserlerin bize örnek olamayacağını iddia etmesine rağmen, Togan, Batılı kaynaklarda yer alan bilgileri, kendi tecrübe ve feraseti ile birleştirerek ilmî bir şekilde sunmasını bilmiştir. Konunun sunumunda Batılı kaynaklara bağımlı kalmayı tercih eden Togan, tenkitle ilgili kullandığı terimlerin Almancalarını da vermeyi ihmal
etmemiştir. Togan’ın yararlandığı ve ismini zikrettiği Batılı âlimler arasında R. Munra, C. Brockelmann, J.H. Mordtmann, W. Barthold, Jul Ficker, W. Bauer, A. Gercke, M. Hartmann, V. Minorsky gibi önemli isimler vardır. Togan’ın Tarihte Usûl adlı eserinde verdiği birçok önemli bilgi, Mübahat Kütükoğlu ve Tuncer Baykara gibi araştırmacılar tarafından genişletilerek sunulmuştur.
Mübahat Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl adlı eserinde “Kaynakların Tenkidi” başlığı altında dış ve iç tenkide yer verir. Dış tenkidi üç ana başlık altında inceler. Birincisi “Eserin Tanıtıcı Unsurlarının Tesbiti”dir. Bunun altında “eserin adı, yazarı ve telif tarihinin tesbiti”, “eserin müstensihi ve istinsah tarihinin tesbiti”, “isim ve tarih bulunmayan eserlerin yazılış tarihinin tesbiti”, “eserin yazıldığı yerin tesbiti” gibi alt başlıklar vardır. Dış tenkidin ikinci basamağı “Kaynak tahlili”dir. Bu kısımda hem eserdeki bilgilerin kaynakları araştırılmalı hem de eserin en iyi veya güvenilir nüshasının tespit edilmesi gerekmektedir. Dış tenkidin bir çeşidi de “belgelerin tenkidi (diplomatik tenkit)”tir. Bu tenkit tarzında, belgelerin hakiki olup olmadıkları, “belgenin tarihi ve muamelesinin tekemmülü”, “belgenin ait olduğu büronun tesbiti” gibi hususlar incelenir (Kütükoğlu 1990: 33-39). Dış tenkitten sonra iç tenkit gelir. Đç tenkidin iki aşaması vardır. Birincisi müellif tenkidi (müellifin hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgi toplanır), ikincisi “olayların tenkidi”dir bu kısımda eserde yer alan bilgilerin doğru olup olmadıkları araştırılır. Eserde yer alan alıntı, yalan ve abartılmış bilgiler tespit edilmeye çalışılır. Bu çalışmalardan sonra, eserin değeri ve orijinalliği hakkında bir hüküm verilir (Kütükoğlu 1990: 39-40).
Tuncer Baykara Tarih Araştırma ve Yazma Metodu adlı eserinin “Kaynakların=Edinilen Bilgilerin Tenkidi=Eleştirisi” başlıklı bölümünde tenkidi üçe ayırır: Dış Tenkid=Kaynak tenkidi; Đç Tenkid=Müellif Tenkidi; Tenkidli Metin Neşri. (Baykara 1999: 74). Baykara’ya göre dış tenkidin üç görevi vardır. Birincisi eldeki bilgi ve belgenin sahte olup olmadığının araştırılmasıdır. Bu, fizikî unsurlarla, diplomatik unsurlarla ve içeriğin incelenmesi ile yapılabilir. Baykara, iç tenkidi de üç başlık altında inceler. Bunlar diplomatik tenkit, müellifin tenkidi ve muhtevanın tenkididir. Eldeki belgenin boyutlarının, yazı türünün ve diğer fiziki özelliklerinin incelenmesi diplomatik tenkittir. Diplomatik tenkitle Ermeniler lehine yazılan bazı belgelerin sahte oldukları ortaya çıkarılmıştır. Muhteva incelemesinde dikkate edilmesi gereken hususlardan birisi eldeki metinde yer alan kelimelerdir. Zira bazı kelimelerin dilimize giriş dönemleri bellidir. Dış tenkidin ikinci görevi “eserin (eşyanın veya daha çok kitabın) kimliğinin tespiti”dir (Baykara 1999: 78). Bunlar eserin adı, yazarın adı, eserin nerede ne zaman kaleme alındığı gibi hususlardır. Üçüncü aşama ise “eser, kitap veya belgenin özgün olup olmadığının tesbiti”dir. Eserin özgünlüğü, yazarının başka eserlerden ne ölçüde yararlandığının belirlenmesiyle ortaya çıkarılabilir (Baykara 1999:
80). Baykara, iç tenkidi de üç başlık altında inceler. Bunlar diplomatik tenkit, müellifin tenkidi ve muhtevanın tenkididir (Baykara 1999: 82-83).
İç ve dış tenkit konusunda bazı eserlerde verilen bilgilerde bir karmaşa veya uyumsuzluk göze çarpmaktadır. Yalnız bu uyumsuzluklar, yazarların kendilerine ait değil, onların kullandıkları kaynaklara aittir. Bu uyumsuzluğu, Tarih Tenkidinin Unsurları adlı eserin müellifi Halkın’a söyletmemiz daha doğru olur. Halkın şöyle der: “Bilhassa ortaçağ tarihinden gelen uygulamalardan ilhamını alan klâsik el kitapları, tenkit işlemlerini birbirini takip eden iki gruba ayırırlar: Dış tenkit ve iç tenkit. Dış tenkit veya gerçeklilik (authenticite) tenkidi, vesikaların nereden çıktığını ve dış (extrinseque) değerini inceler, onları kabul eder veya reddeder. Đç tenkid veya inandırıcılık (credibilite) tenkidi, aynı vesikaların iç (intrinseque) değerini takdir eder ve metnin tam olarak anlaşılmasını sağlar. Bu tasnif ananevî olduğu kadar sun’îdir de. Dış tenkit ve iç tenkit, birbirinden ancak bir mantık esprisi gayretiyle ayrılmıştır. Onların gerçekten ayrılabileceğini düşünmek bir hata olur.” (Halkın1989: 23-24).
Bir eserin sahte olup olmadığının sorgulanması aşamasında, Togan’ın belirlediği şu sorular dikkate alınmalıdır: 1. ‘Eser, “dil, yazı, üslûp, terkip ve tasnif” bakımından, aynı dönemde yazılmış ve hakikiliğinden şüphe edilmeyen diğer eserlerle uyum içinde midir? 2. Eserin içeriği, hakikiliğinde şüphe olmayan diğer eserlerle uyum içinde mi? 3. Eserin yazı, dil, üslûp ve içeriği, yazıldığı iddia edildiği dönem ve “muhitin karakterine ve medenî tekâmül seviyesine” uygunluk arz ediyor mu? 4. Eserde “sunîlik ve uydurmalık” izleri var mı, diğer eserlerden yapılmış intihaller var mı, bu intihallere ilâveler yapılmış mı, çalıntı bilgiler değiştirilmiş mi, yazıldığı dönemin olaylarına, sosyal hayatına, örf ve adetlerine ters düşen ifadeler var mı’, “eserin sahteliğini örtmek için alınmış olan mübalâğalı ihtiyat tedbirleri yok mu?” (Togan 1985: 80-81).
Sonuç olarak, Türk ilim adamı, eski Türk toplumu ile ilgili olumsuz bakış açılarına malzeme sunan eserleri tenkit etmekle sorumludur. Eski eser kütüphanelerinin bir hazine olduğu doğrudur; ancak bu hazinedeki mücevherlerin bazılarının sahte olabileceğinden şüphe etmek Türk okuyucusunun en tabiî ve en asil hakkıdır. Özellikle
18. asırdan itibaren Türk kültürünü tanımak ve şekillendirmek için hayatlarını feda edercesine çalışan, iyi bir eğitim alan ve ilim adamı, subay, öğretmen, derviş, mürebbi vs. bir sıfatla Türklerin siyasî, içtimaî ve ailevî hayatını öğrenmeye ve çözmeye çalışan, onlarla ilgili arkaik kelimelere kadar her türlü folklorik bilgiyi derleyen insanların, bu hazinelere bıraktıkları sahte fakat göz alıcı cevherleri tespit etmek gerekmektedir. Zira Mevlânâ’nın Mesnevî’si gibi herkesin bildiği bir esere bile uydurma bir cilt ilâve edilebilmiştir. Üstelik bu uydurma cilt, meşhur bazı âlimler tarafından saygıyla şerh edilmiştir. Mevlânâ ise kendi adına yapılan uydurmalardan ve uydurmacılardan “bîzâr” olduğunu söylemektedir. Eser tenkidi, hem ilmin hem de mazinin dilsiz insanlarının onurunu korumak için yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
BAYKARA, Tuncer (1999), Tarih Araştırma ve Yazma Metodu, Akademi Kitabevi, Đzmir.
BLOCH, Marc (1994), Tarihin Savunusu Ya Da Tarihçilik Mesleği, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece, Ankara.
BRAUDEL, F. (yty) “Akdeniz/Sonuç”, Ali Boratav (der.) Burke, Bloch, Febvre, Braudel, Mc Lennan, Ladurie, Vilar, Hobsbwm, Lefebvre, S. Jones, Tarih ve Tarihçi: Annales Okulu Đzinde, Alan Yay., s. 102-108.
BURKE, Peter (2001), Bilginin Toplumsal Tarihi, çev. Mete Tunçay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Đstanbul.
CARR, Edward Hallett (1993), Tarih Nedir, çev. Misket Gizem
Gürtürk, Đletişim Yayınları, Đstanbul.
COLLİNGWOOD, R. G. (1990), Tarih Tasarımı, çev. Kurtuluş
Dinçer, Ara Yayıncılık, Đstanbul.
COŞKUN, Menderes. “Geç Dönem-Nesir.”, Türk Edebiyat Tarihi, V, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. (baskıda).
FAROQHİ, Suraiya (2001), Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir?, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, Đstanbul.
FENDOĞLU, Tahsin (2002), “Amerika Birleşik Devletleri’nin
Misyonerleri ve Osmanlı Devleti”, Türkler, 13, 189-196
GÖÇGÜN, Önder (1987), Ziyâ Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Đzmir.
GÖKBİLGĐN, M. Tayyib (1992), Osmanlı Paleografya ve Diplomatik
İlmi, Enderun, Đstanbul.
HALKIN, Leon-E. (1989), Tarih Tenkidin Unsurları, çev. Bahaeddin
Yediyıldız, TTK, Ankara.
HAYDAROĞLU, İlknur (2002), “Osmanlı Đmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar”, Türkler, 13, 181-188.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat S. (1990), Tarih Araştırmalarında Usûl,
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul.
AKATOS, Đmre; Alan Musgrave (ed.) (1992), Bilginin Gelişim ve Bilginin Gelişimiyle ilgili Teorilerin Eleştirisi, çev. Hüsamettin Arslan, Paradigma, Đstanbul.
MCCARTHY, Justin (2003), “Đngiliz Probogandası, Wellington Evi ve Türkler”, Türkler, 13, 469-481.
ÖZÇELİK, Đsmail (1996), Tarih Öğretiminde Yöntem ve Teknikler, Gazi Büro Kitabevi, Özkan Matbaacılık, Ankara.
ÖZTÜRK, Mustafa (1999), Tarih Felsefesi, Elazığ.
ŞĐŞMAN, Adnan (2002), “Misyonerlik ve Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Kurulan Yabancı Sosyal ve Kültürel Müesseseler”, Türkler, 13: 173-180.
TURAN, Kemal (2002), “Başlangıçtan Günümüze Türk-Alman
Eğitim Đlişkileri”, Türkler, 13, 190-197.
TOGAN, A. Zeki Velidî (1985), Tarihte Usûl, Enderun Kitabevi,
istanbul.
TURNER, Bryan S. (1994), Orientalism, Postmodernism and
Globalism, Routledge, London and New York.
http://turkishstudies.net/sayilar/sayi15/9co%C5%9Fkunmenderes.pdf
ÖZET
Menderes COŞKUN*Prof, Dr.,
Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi.
Tarihi ve edebi metin araştırmacısının en önemli görevlerinden birisi incelediği metnin sahte olup olmadığını ortaya koymaktır. Araştırmacıların eser tenkidi ile ilgili bilgileri, ancak çok acemice hazırlanmış bir sahteciliği fark edebilir. Konunun ehli tarafından uydurulmuş hiçbir eser, basit soru ve araştırmalarla kendisini ele vermez. Bu konuda araştırmacılara bakış açısı kazandıracak bilgilere ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Uydurma Eser, iç Tenkit, Dış Tenkit, Kaynak Tenkidi
INTERNAL AND EXTERNAL CRITICISM OF SOURCES OF TURKISH HISTORY AND LITERATURE
ABSTRACT
The most important function of text criticism is to identify a text whether or not it is a fake. Our knowledge may detect only those fake texts created by inexperienced hands. Fake texts written by professionalists can not be identified easily through simple questions and study. There should be such fake texts which could be detected by only inner detection.
Key Words: Fake Text, Internal Criticism, External Criticism, Text Criticism
Tarihî kaynakların dış ve iç tenkidi konusu, araştırmacıların teorik olarak bildikleri, fakat araştırmalarında hakkıyla uygulayamadıkları bir konudur. Bizde kaynak tenkidini engelleyen en önemli husus, kaynaklara karşı şüphe duymamamızdır. Hâlbuki kaynak tenkidinin özünü veya ruhunu şüphe oluşturur. Şüphenin olmadığı yerde skolastik düşünce tarzı hâkimdir. Şüphenin, ehil olmayan insanların elinde bir tahrip aracı haline gelebileceği de unutulmamalıdır.
Batıda, kaynaklardan şüphelenmenin tarihi çok eskidir.
1945’li yıllarda Almanlar tarafından kurşuna dizilerek öldürülen ünlü
Fransız tarihçisi Marc Bloch, uydurmacılığın ve şüpheciliğin Avrupa’daki mazisine şu sözlerle işaret eder: “Orta Çağda sahtenin bolluğu karşısında, şüphe sıklıkla doğal bir savunma refleksi haline gelmişti. 11. yüzyılda bir davada kendine karşı belgesel kanıtlar ileri süren rahiplere karşı Lorraineli bir köy senyörü “mürekkeple herhangi bir kimse, herhangi bir şeyi yazabilir.” diye bağırmaktaydı.” (Bloch 1994: 61). Avrupa’da matbaanın yaygınlaşması, gazetelerin çıkması ve kitapların basılmasıyla birlikte, bilgi, yazma bir eserde hapsolmaktan kurtulup geniş okuyucu kitlelerinin istifadesine ve dolayısıyla denetimine sunuldu. Böylece eserler arasındaki çelişki ve tutarsızlıklar fark edildi. Özellikle eski yazarların yalancılıkları ortaya çıktı (Burke 2001: 202). Floransalı Leonard Bruni (ö. 1444) ve Napolili Laurent Valla (ö. 1457) gibi hümanist tarihçilerin öncülüğünde, Avrupa’da eski eserlerin sahte olup olmadıkları tartışma konusu hâline geldi. Valla, 8. asırda Romalı bir rahip tarafından kaleme alınmış olan Constantinus’un Bağışı (Donation) adlı meşhur eserin sahte olduğunu ilân etti (Halkın 1989: 71, Bloch 1994: 61-). Özellikle 17. asırdan itibaren eski Yunan Roma dönemiyle ilgili metinlerden şüphe edilmeye başlandı. Jean Hardouin adlı bir Fransız Cizviti, birçok klâsiğin yazarı konusundaki şüphelerini dile getirmiştir. 17. ve 18. asırda benzeri şüpheleri paylaşan diğer ilim adamları da olmuştur. 1699 yılında Đngiliz âlim Richard Bentley, Phalaris’in Mektuplar’ının sonradan uydurma olduğunu ispatlamıştır. Alman bilgin Vincent Placcius 1674’te yayımladığı Anonim Yazılar Hakkında adlı eserinde “isimsiz ya da takma adlı yapıtların yazarlarını keşf ve ifşa” etmiştir (Burke 2001: 200).
17. asrın sonlarında Batıda bir bilgi bunalımının veya şüphe krizinin yaşandığı söylenebilir. Dönemin bilginleri bu bunalımdan kurtulmak için yöntem arayışlarına girerler. Đki metot geliştirirler: Geometri ve Ampirizm (Burke 2001: 204-205). 1643’lü yıllarda iki Cizvit’in Acta Sanctorum’ları, yani Hırsitiyan azizlerin menkıbevî hayatlarının ciltler halinde yayımlamalarından sonra, Cizvit rahibi Papebrock, manastırlarda korunan bütün vesikaların sahte olduğunu iddia eder (Bloch 1994: 63, Halkın 1989: 71). Papebroch’un aşırı şüpheciliği, onu Saint-Benoit tarikatının belge-koleksiyonlarının mevsuk olanlarını bile reddetme noktasını iter. Saint-Benoit tarikatının Fransız bir mensubu olan Jean Mobillon De re Diplomatica adlı eserini Paris’te 1681’de yayınlayarak belge tenkidinin ilk bilimsel eserini araştırmacıların istifadesine sunar (Halkın 1989: 72). 17. yüzyılın sonu ve 18. asrın başında tenkitle ilgili daha başka eserler de kaleme alınmıştır. Bunlar arasında “Richard Simon’un Eski Ahid’in Eleştirel Tarihi (1678), Pierre Bayle’in Tarihsel ve Eleştirel Sözlük’ü (1697), Pierre Le Brun’un Batıl Uygulamaların Eleştirel Tarihi (1702) ve Đspanyol keşişi Benito Feijpo’nun Evrensel Eleştirel Tiyatro’su (1726-)” vardır (Burke 2001: 201).
Türk tarihi ve edebiyatında da tarihî konu ve şahıslarla ilgili bir bilgi karmaşası vardır. Kaynaklara göre tarihî bir kişiliği hem oldukça ahlâklı ve dindar hem de fevkalâde ahlâksız ve bohem olarak sıfatlandırmak mümkündür. Bütün bu çelişkili bilgiler; emeksiz ve metotsuz, kolaycı yorumlarla aşılabilir. Ancak ilim adamları, kaynaklardaki bilgilerin doğruluk derecelerini tespit etmek, hatta kaynakların mevsuk mu, uydurma mı olduğunu araştırmak zorundadırlar. Bu da kaynakların iç ve dış tenkidiyle ve üslûp çalışmalarıyla mümkündür. Batıda üslûp çalışmaları sayesinde bazı meşhur eserlerin başka yazarlar tarafından yazıldığı, bazılarının da uydurma olduğu iddia edilmiştir. Meselâ Shakespeare’in eserlerinin Christopher Marlowe tarafından yazıldığı ispatlanmaya çalışılmıştır.
Türk edebiyatında kaynak tenkidi ile ilgili çalışmalar, 20. yüzyılda Ömer Ferit Kam, Zeki Velidi Togan, Fuat Köprülü ve Ali Nihat Tarlan gibi araştırmacılar tarafından başlatılmıştır. Ancak bu çalışmalar, Batıdakinin tersine, kültür kaynaklarımıza karşı oluşan bir şüphe krizinden kaynaklanmamıştır. Yani bizde kaynak tenkidinin tabiî bir süreci yoktur. Đtici güç olan şüpheden mahrumdur. Dolayısıyla, eser tenkidi, Türk edebiyatında kendisine hâlâ zihnî bir motivasyon veya zemin bulamamıştır. Çalışmalar, kaynakların sahte veya orijinal olup olmadıkları konusunda bir sonuca ulaşmaya yönelik değil, onları tasvir etmeye yöneliktir. Kendisine ulaşan her bilgi kaynağına iman eden birisinin şüpheye düşmesi mümkün değildir.
Eser tenkidinde birinci şart, araştırmacının eldeki kaynağa karşı konumunu doğru olarak belirlemesidir. Tarihî bir eser, geçmiş bir yüzyılın edebî, sosyal, siyasî her hangi bir yönüne tanıklık ve şahitlik iddiasında bulunan bir varlıktır. Araştırmacı kendisini eser karşısında yargıç konumunda görmeli ve kendisini, şahidin her söylediğine inanmaya mahkûm etmemelidir. Tarihî bir eserin de, bir insanın kaleminden çıktığı ve insanlara ait bütün olumsuzlukların taşıyıcısı olabileceğini unutmamalıdır. Bir eserin insanlar kadar yalancı, kandırılmış, sübjektif, tarafgir vs. olabileceğini düşünmelidir.
19. asrın önemli düşünürlerinden Collingwood şöyle der: “Tarihçi [olarak] bir yetkenin tanıklığını kabul ettiği ve onu tarihsel bir hakikat diye gördüğü ölçüde tarihçi adını yitirir; ama elimizde ona verecek başka bir ad yok.” (Collingwood 1990: 252). Yine Collingwood’a göre, tenkidî bakış açısıyla birlikte, belge eski itibarlı yerini ve anlamını kaybetti ve kendisini “çapraz” sorgulanmayı kabul eden bir tanık sandalyesinde buldu. Belge yargı konusu olurken, tarihçi de kâtip sandalyesinden kalkıp yargıç koltuğuna oturdu. 17. asırda başlayan bu tarz tarih yazımı, 19. asırda eleştirel tarih adını aldı (Collingwood 1990: 254-255).
Tarihî metin araştırmacısının en önemli görevlerinden birisi, incelediği metnin doğru söyleyip söylemediğini ve hatta uydurma olup olmadığını tespit etmektir. Bizim eser tenkidi ile ilgili bilgilerimiz, ancak çok acemice hazırlanmış bir sahteciliği fark edebilir. Konunun ehli tarafından uydurulmuş hiçbir eser, basit soru ve araştırmalarla kendisini ele vermez. Usta bir sahteci, kaynaklarını, kâğıdını, yazısını, mürekkebini özenle seçer. Öyle uydurma eserler vardır ki onun uydurma olabileceğine bazen elde tek delilimiz kalır: feraset.
Uydurma tarihî eserler kaleme alındığına veya bazı mevsuk eserlerin içine uydurma bilgilerin ilâve edildiğine dair ciddî iddialar vardır. Bunlardan birisi Türk edebiyatındaki münşeat mecmualarının en önemlilerinden birisi olan Feridun Beğ’in Münşeâtü’s-Selâtîn’ini ile ilgilidir. Münşeâtü’s-Selâtîn’nde yer alan bazı metinlerin, Muhammed bin Müeyyed el-Bağdadî’inin Et-Tevessül ila’t- Teressül’ünden ve Đbn Arabşâh’ın Acâ’ibü’l-Makdûr’ünden alınmış olduğu ve bu metinlerin, kişi adları değiştirilmek suretiyle Osmanlılara mal edildiği belirlenmiştir. Bu eserdeki sahte vesikaların varlığından ilk önce J. Mordtman 1918’de Đstanbul’da yayınlanan Đlm- i Usûl-i Târîh adlı eserinde bahsetmiştir. Daha sonra Mükrimin Halil Đnanç, Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda (XI-XIV) yayımladığı bir yazısında Münşeâtü’s-Selâtîn’deki sahte belgelerin kaynaklarını göstermiştir (Togan 1985: 78, 81). Burada kendi kendimize sormamız gereken soru şudur: Acaba Bağdadî ve Đbn Arabşâh’ın eserleri bulunmasaydı Münşeat’ta yer alan bu bilgilerin sahteliğini kim nasıl ispat edebilirdi? Belgelerin sahte olduğunu, kullanılan üslûp vasıtasıyla iddia eden kişiye karşı nasıl bir tavır takınırdık? Daha önemli soru ise şudur: Bağdadî ve Đbn Arabşâh’ın eserleri mi sahte yoksa Feridun Beğ’in Münşeâtü’s-Selâtîn’i mi?
Zeki Velidî Togan’ın verdiği şu bilgiler, tarih ve edebiyat araştırmacılarına bir bakış açısı kazandırması bakımından çok önemlidir: “1941’de Konya’da eski Osmanlı tarihine ait bazı eserler meydana çıkarılmıştır. Bunlardan birisi Arapça, diğerleri Farsçadır. Arapçası Tezkiretü’l-Đber adında olup Aksaraylı birisi tarafından güya 756 (1355)’de yani Orhan Gazi zamanında yazılmış imiş. Bu eserlerin sahteliği, bunları meydana çıkaran şahsın daha evvel yapılmış sahte eserlerle ilgisi görünmesinden, gerek Arapça gerekse Farsçasının gayet bozuk olmasından, yani sahtekâr zatın her iki dili de az bildiği hâlde kendisini bu dillerde yazmak yolunda zorladığı görülmesinden ve yazıların birbirine benzemeyişinden anlaşılıyor. Fakat mühim olan cihet Türkiye’de ancak 20. asırda Avrupalı âlimlerin tetkikat ile âşinalık peyda edildikten sonra malûm olan şeylerin Aksaraylı âlime daha Osman Gazi zamanında malûm olmuş gibi gösterilmiş olmasıdır. Burada müellif Anadolu’daki Hititlerden bahsettiği gibi, ancak Orhon kitabelerinin keşfinden sonra meşhur olan Orhon nehri bile vardır. Maamafih bu Tezkiret al-Đber’de eski Osmanlılar zamanına ait Konya civarında yaşayan birisi tarafından uydurulması mümkün olmayan bazı teferruat vardır. Bunlardan anlaşılıyor ki sahtekâr müellifin eline böyle bir eser geçmiş, o da bunu tevsi ederek Hitit ve sair kavimlere ait muasır malûmatı da ilâve ederek esere fazla kıymet vermek istemiştir.” (Togan 1985: 82).
Tuncer Baykara, muhtemelen Togan’ın verdiği bilgilere dayanarak, sahte eser üretmenin üç sebebinin olduğunu söyler. Bunlardan birincisi âdi sahtekârlıktır ki para kazanmaya yöneliktir, ikincisi “Millî, ulvî=yüce amaçlar uğruna yapılan sahtekârlık”, üçüncüsü de masum sahtekârlıktır (Baykara 1999: 76-77). Baykara’nın, Gölpınarlı’nın Yunus Emre ve Tasavvuf adlı eserinden aldığı şu bilgi de aktarılmaya değer: “Konya’da ... düzenbaz, yalancı bir seyyar kitapçı vardı. Yepyeni ve pis bir rika ile vezinsiz, saçma sapan şeyler yazar, Selçuk Şehnâmesi, Dehhani Şehnamesi, Keşfî Tezkiresi, bilmem kimin cönkü diye bir ad takar, eski bir tarih atar; kâğıttan, yazıdan, imlâ özelliklerinden, tarihî bilgiden, dilden, vezinden, kafiyeden anlamayan saf-dillere satardı. Hitit, falan filan diye günün modalarını da ihmal etmez, yüksek makamların dikkatini çekmeye çalışırdı.” (Baykara 1999: 76).
Bazı Batılı ve yerli oryantalistlerin, Osmanlı Türklerinin ne kadar zalim ve ahlâksız bir millet olduğunu göstermek için uydurma belge ve eserler imal ettikleri bilinmektedir. Muhtemelen itibar sahibi eski yazarlara atfedilerek Osmanlı tarihi ve kültürü ile ilgili art niyetli veya uydurma eserlerin yazılmış olabileceğini ima eden bilgilerden birisi Ziya Paşa’nın ağzından sızmıştır. 21 Şubat 1932 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazıda yer alan şu hatıra oldukça manidardır: Ziya Paşa “son derece güç durumda bulunduğu bir gün Hıristiyan misyonerlerden birisi kendisine gelerek ‘büyük para karşılığında, - lâkin devletin ve milletin menfaatlerini zedeleyebilecek tarzda – isimsiz, imzasız bir kitap yazması ...’ teklifinde bulundu.” Paşa’nın, bu teklife karşı cevabı şöyle olur: “- Efendi !... Siz beni, paraya; dinini, ismini, milliyetini satar bir adam mı zannediyorsunuz?” (Göçgün 1987: 9). Böyle bir teklifi Ziya Paşa kabul etmemiş olsa bile, Osmanlı devletinin o dönemde böyle teklifleri kabul edecek ve zevkle yapacak insanlarla dolu olduğunu tahmin etmek zor değildir. Tanzimat döneminde imal edilip meşhur Osmanlı müellifine atfedilen bir eserin sahte olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Nazım ve nesir yeteneği olan usta bir uydurmacı, 16. yüzyıl yazarlarından birisinin namına yazdığı veya derlediği bir eserde kendisini ele verecek kelimeleri kullanır mı? Bu hususta şimdilik 19. asırda Türk edebiyatı araştırmalarının temellerini atan oryantalistlerin, kendi toplumlarında yoğun bir şekilde var olan sahte eser yazma faaliyetlerinden uzak durmuş olmalarını temenni etmekten başka çaremiz yoktur. Ancak, bu temenni, onların bazı Osmanlı şair ve edipleri adına uydurma eserler kaleme almış olabileceklerini düşünmemize engel teşkil etmemelidir.
Bilindiği gibi özellikle 19. asırda Batıda “toplum bilimciler”, “toplumu bir organizma olarak düşünmeye” başlarlar ve “tarihi, bilimin içine” sokarlar. “Bilim artık durağan (statik) ve zaman dışı bir şeyle değil değişim ve gelişim süreciyle” ilgilenmeye başlar (Carr 1993: 68). 1935’te ölen Belçikalı tarihçi Henri Pirenne şöyle der: “Bütün harp boyunca, savaşan taraflar özellikle iki ilmi harekete geçirme çabasında oldular: Tarih ve kimya. Kimya onlara patlayıcı maddeleri ve gazları temin etti; tarih ise bahaneleri, haklı çıkma delillerini veya mazeretleri.” Böylece tarih tenkit ve tarafsızlığını yitirdi. “Tarih bazen ihtirasa kapılma, tezleri müdafaa etme, kesinlikle anlama kaygısına düşmeme ve askerlere ve politikacılara boyun eğme gibi durumlarla karşılaştı.... Bütün devirlerde prensler, tarihi kendi ihtiraslarının ve iştahlarının hizmetine sokmayı istemişlerdir.” (Halkın 1989: 115-116). Zihinleri şekillendirmek için doğruları çarpıtarak veya uydurma belgelere dayanarak eser yazma faaliyetleri 19. ve 20. asırda hız kazanmıştır. Hatta bu faaliyetler için bürolar kurulmuştur. Bunların gizlenemeyenlerinden birisi Wellington Evidir. ingiliz propagandacılarının, Wellington Evinde Türkler aleyhine yayınlar yaptıkları, eser ve makaleler yazdıkları ortaya çıkarılmıştır. Đngilizler, Hindistan Müslümanlarının Türklere karşı olan sempatilerinin
kırılması için Türklerin ne kadar kötü ve ahlâksız bir millet olduğunu anlatan yayınlar yapma lüzumunu hissetmişlerdir (McCarthy 2002:
470). Yazı ve eserlerdeki bilgiler ferman, fetva, harita, seyahatname
gibi sahte belgelere dayanmaktadır. Yazı ve belgeler Anadolu’dan veya başka yerlerden temin edilmekte, bu yazı, belge ve bilgiler masa başında tarihîleştirilmektedir. Toynbee, Lewis Namier, J. W. Headley Morley, Edwyn Bevin gibi ünlü âlimler, kendilerine ulaşan uydurma bilgilerin, inanılır hale sokulmasında danışmanlık görevi yapmışlardır. McCarthy’ye (2002: 471) göre büroda çalışanlar “muhtemelen yaptıkları işten sürekli utanç duymaktaydılar ve bu yüzden savaş [I. Dünya Savaşı] biter bitmez derhal Propaganda Ofisi’nin bütün kayıtlarını imha ettiler.” Yayınlar devletin de desteği ile basılmış ve dağıtılmıştır. Wellington Evi’nin 1915’te yayımladığı bir raporda “17 ayrı dilde” yazılmış “2.5 milyon nüsha kitap, broşür ve diğer yazılı propaganda malzemesi listelen”miştir (McCarthy 2002: 470). Bir yıl sonraki raporda verilen rakam, 7 milyondur. “Probagandanın genel teması ise bütün yayınlarda tutarlılık göstermekteydi.” diyen McCharty bu eserlerde verilmek istenen ana fikri şöyle özetler: “Türkler yönettikleri bütün ülkeleri harabeye çeviren cahil yöneticilerdir.”; “Türkler Hıristiyanlara karşı insanlık dışı zulümlerin suçlularıdırlar, bu suçlar kitle katliamları ve korkunç cinsel suçları da kapsamaktadır.” “Osmanlı imparatorluğundaki halk kitleleri kurtuluş için Đngilizleri beklemektedir.” (McCarthy 2002: 472). Böylece muhtemelen Hıristiyanlar ve diğerleri, Türklere karşı yapılması plânlanan savaşa hazırlanmıştır. Birkaç yıl sonra dünyanın dört bir tarafından toplanan insanlar, zalim ve ahlâksız olarak tanıdıkları Türkleri yok etmek için Çanakkale’ye geleceklerdir. Mehmet Âkif, Âsım’da bu insanların, farklı milletlere mensup olduklarını veciz bir şekilde dile getirmiştir.
Eser tenkidi ile ilgili olarak yazılan Türkçe eserler hem nicelik hem de nitelik bakımından yetersizdirler. Ferit Kam’ın Âsâr-ı Edebiyye Tetkîkâtı adıyla 1915-16’lı yıllarda ders notu olarak yayımladığı eseri, konuyla ilgili ilk denemelerdendir. Ferit Kam bu eserinde tecrübelerine ve aklıselimine dayanarak edebî bir eser incelemesinde dikkat edilecek bazı hususları dile getirmiştir. Ali Nihat Tarlan ise metin şerhi, metin tamiri, mukayeseli edebiyat çalışmaları yapmıştır. Bizde eser tenkidi ile ilgili ilk ciddî bilgileri veren araştırmacı Zeki Velidi Togan’dır. Onun verdiği bilgiler hâlâ tazeliğini korumaktadır, yani bu konuda orijinal eserler hâlâ üretilememiştir. Ferit Kam’ın (2003: 27), Batı edebiyatında eser incelemesiyle ilgili yazılmış olan eserleri dikkate almamasına, hatta söz konusu eserlerin bize örnek olamayacağını iddia etmesine rağmen, Togan, Batılı kaynaklarda yer alan bilgileri, kendi tecrübe ve feraseti ile birleştirerek ilmî bir şekilde sunmasını bilmiştir. Konunun sunumunda Batılı kaynaklara bağımlı kalmayı tercih eden Togan, tenkitle ilgili kullandığı terimlerin Almancalarını da vermeyi ihmal
etmemiştir. Togan’ın yararlandığı ve ismini zikrettiği Batılı âlimler arasında R. Munra, C. Brockelmann, J.H. Mordtmann, W. Barthold, Jul Ficker, W. Bauer, A. Gercke, M. Hartmann, V. Minorsky gibi önemli isimler vardır. Togan’ın Tarihte Usûl adlı eserinde verdiği birçok önemli bilgi, Mübahat Kütükoğlu ve Tuncer Baykara gibi araştırmacılar tarafından genişletilerek sunulmuştur.
Mübahat Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl adlı eserinde “Kaynakların Tenkidi” başlığı altında dış ve iç tenkide yer verir. Dış tenkidi üç ana başlık altında inceler. Birincisi “Eserin Tanıtıcı Unsurlarının Tesbiti”dir. Bunun altında “eserin adı, yazarı ve telif tarihinin tesbiti”, “eserin müstensihi ve istinsah tarihinin tesbiti”, “isim ve tarih bulunmayan eserlerin yazılış tarihinin tesbiti”, “eserin yazıldığı yerin tesbiti” gibi alt başlıklar vardır. Dış tenkidin ikinci basamağı “Kaynak tahlili”dir. Bu kısımda hem eserdeki bilgilerin kaynakları araştırılmalı hem de eserin en iyi veya güvenilir nüshasının tespit edilmesi gerekmektedir. Dış tenkidin bir çeşidi de “belgelerin tenkidi (diplomatik tenkit)”tir. Bu tenkit tarzında, belgelerin hakiki olup olmadıkları, “belgenin tarihi ve muamelesinin tekemmülü”, “belgenin ait olduğu büronun tesbiti” gibi hususlar incelenir (Kütükoğlu 1990: 33-39). Dış tenkitten sonra iç tenkit gelir. Đç tenkidin iki aşaması vardır. Birincisi müellif tenkidi (müellifin hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgi toplanır), ikincisi “olayların tenkidi”dir bu kısımda eserde yer alan bilgilerin doğru olup olmadıkları araştırılır. Eserde yer alan alıntı, yalan ve abartılmış bilgiler tespit edilmeye çalışılır. Bu çalışmalardan sonra, eserin değeri ve orijinalliği hakkında bir hüküm verilir (Kütükoğlu 1990: 39-40).
Tuncer Baykara Tarih Araştırma ve Yazma Metodu adlı eserinin “Kaynakların=Edinilen Bilgilerin Tenkidi=Eleştirisi” başlıklı bölümünde tenkidi üçe ayırır: Dış Tenkid=Kaynak tenkidi; Đç Tenkid=Müellif Tenkidi; Tenkidli Metin Neşri. (Baykara 1999: 74). Baykara’ya göre dış tenkidin üç görevi vardır. Birincisi eldeki bilgi ve belgenin sahte olup olmadığının araştırılmasıdır. Bu, fizikî unsurlarla, diplomatik unsurlarla ve içeriğin incelenmesi ile yapılabilir. Baykara, iç tenkidi de üç başlık altında inceler. Bunlar diplomatik tenkit, müellifin tenkidi ve muhtevanın tenkididir. Eldeki belgenin boyutlarının, yazı türünün ve diğer fiziki özelliklerinin incelenmesi diplomatik tenkittir. Diplomatik tenkitle Ermeniler lehine yazılan bazı belgelerin sahte oldukları ortaya çıkarılmıştır. Muhteva incelemesinde dikkate edilmesi gereken hususlardan birisi eldeki metinde yer alan kelimelerdir. Zira bazı kelimelerin dilimize giriş dönemleri bellidir. Dış tenkidin ikinci görevi “eserin (eşyanın veya daha çok kitabın) kimliğinin tespiti”dir (Baykara 1999: 78). Bunlar eserin adı, yazarın adı, eserin nerede ne zaman kaleme alındığı gibi hususlardır. Üçüncü aşama ise “eser, kitap veya belgenin özgün olup olmadığının tesbiti”dir. Eserin özgünlüğü, yazarının başka eserlerden ne ölçüde yararlandığının belirlenmesiyle ortaya çıkarılabilir (Baykara 1999:
80). Baykara, iç tenkidi de üç başlık altında inceler. Bunlar diplomatik tenkit, müellifin tenkidi ve muhtevanın tenkididir (Baykara 1999: 82-83).
İç ve dış tenkit konusunda bazı eserlerde verilen bilgilerde bir karmaşa veya uyumsuzluk göze çarpmaktadır. Yalnız bu uyumsuzluklar, yazarların kendilerine ait değil, onların kullandıkları kaynaklara aittir. Bu uyumsuzluğu, Tarih Tenkidinin Unsurları adlı eserin müellifi Halkın’a söyletmemiz daha doğru olur. Halkın şöyle der: “Bilhassa ortaçağ tarihinden gelen uygulamalardan ilhamını alan klâsik el kitapları, tenkit işlemlerini birbirini takip eden iki gruba ayırırlar: Dış tenkit ve iç tenkit. Dış tenkit veya gerçeklilik (authenticite) tenkidi, vesikaların nereden çıktığını ve dış (extrinseque) değerini inceler, onları kabul eder veya reddeder. Đç tenkid veya inandırıcılık (credibilite) tenkidi, aynı vesikaların iç (intrinseque) değerini takdir eder ve metnin tam olarak anlaşılmasını sağlar. Bu tasnif ananevî olduğu kadar sun’îdir de. Dış tenkit ve iç tenkit, birbirinden ancak bir mantık esprisi gayretiyle ayrılmıştır. Onların gerçekten ayrılabileceğini düşünmek bir hata olur.” (Halkın1989: 23-24).
Bir eserin sahte olup olmadığının sorgulanması aşamasında, Togan’ın belirlediği şu sorular dikkate alınmalıdır: 1. ‘Eser, “dil, yazı, üslûp, terkip ve tasnif” bakımından, aynı dönemde yazılmış ve hakikiliğinden şüphe edilmeyen diğer eserlerle uyum içinde midir? 2. Eserin içeriği, hakikiliğinde şüphe olmayan diğer eserlerle uyum içinde mi? 3. Eserin yazı, dil, üslûp ve içeriği, yazıldığı iddia edildiği dönem ve “muhitin karakterine ve medenî tekâmül seviyesine” uygunluk arz ediyor mu? 4. Eserde “sunîlik ve uydurmalık” izleri var mı, diğer eserlerden yapılmış intihaller var mı, bu intihallere ilâveler yapılmış mı, çalıntı bilgiler değiştirilmiş mi, yazıldığı dönemin olaylarına, sosyal hayatına, örf ve adetlerine ters düşen ifadeler var mı’, “eserin sahteliğini örtmek için alınmış olan mübalâğalı ihtiyat tedbirleri yok mu?” (Togan 1985: 80-81).
Sonuç olarak, Türk ilim adamı, eski Türk toplumu ile ilgili olumsuz bakış açılarına malzeme sunan eserleri tenkit etmekle sorumludur. Eski eser kütüphanelerinin bir hazine olduğu doğrudur; ancak bu hazinedeki mücevherlerin bazılarının sahte olabileceğinden şüphe etmek Türk okuyucusunun en tabiî ve en asil hakkıdır. Özellikle
18. asırdan itibaren Türk kültürünü tanımak ve şekillendirmek için hayatlarını feda edercesine çalışan, iyi bir eğitim alan ve ilim adamı, subay, öğretmen, derviş, mürebbi vs. bir sıfatla Türklerin siyasî, içtimaî ve ailevî hayatını öğrenmeye ve çözmeye çalışan, onlarla ilgili arkaik kelimelere kadar her türlü folklorik bilgiyi derleyen insanların, bu hazinelere bıraktıkları sahte fakat göz alıcı cevherleri tespit etmek gerekmektedir. Zira Mevlânâ’nın Mesnevî’si gibi herkesin bildiği bir esere bile uydurma bir cilt ilâve edilebilmiştir. Üstelik bu uydurma cilt, meşhur bazı âlimler tarafından saygıyla şerh edilmiştir. Mevlânâ ise kendi adına yapılan uydurmalardan ve uydurmacılardan “bîzâr” olduğunu söylemektedir. Eser tenkidi, hem ilmin hem de mazinin dilsiz insanlarının onurunu korumak için yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
BAYKARA, Tuncer (1999), Tarih Araştırma ve Yazma Metodu, Akademi Kitabevi, Đzmir.
BLOCH, Marc (1994), Tarihin Savunusu Ya Da Tarihçilik Mesleği, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece, Ankara.
BRAUDEL, F. (yty) “Akdeniz/Sonuç”, Ali Boratav (der.) Burke, Bloch, Febvre, Braudel, Mc Lennan, Ladurie, Vilar, Hobsbwm, Lefebvre, S. Jones, Tarih ve Tarihçi: Annales Okulu Đzinde, Alan Yay., s. 102-108.
BURKE, Peter (2001), Bilginin Toplumsal Tarihi, çev. Mete Tunçay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Đstanbul.
CARR, Edward Hallett (1993), Tarih Nedir, çev. Misket Gizem
Gürtürk, Đletişim Yayınları, Đstanbul.
COLLİNGWOOD, R. G. (1990), Tarih Tasarımı, çev. Kurtuluş
Dinçer, Ara Yayıncılık, Đstanbul.
COŞKUN, Menderes. “Geç Dönem-Nesir.”, Türk Edebiyat Tarihi, V, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. (baskıda).
FAROQHİ, Suraiya (2001), Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir?, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, Đstanbul.
FENDOĞLU, Tahsin (2002), “Amerika Birleşik Devletleri’nin
Misyonerleri ve Osmanlı Devleti”, Türkler, 13, 189-196
GÖÇGÜN, Önder (1987), Ziyâ Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Đzmir.
GÖKBİLGĐN, M. Tayyib (1992), Osmanlı Paleografya ve Diplomatik
İlmi, Enderun, Đstanbul.
HALKIN, Leon-E. (1989), Tarih Tenkidin Unsurları, çev. Bahaeddin
Yediyıldız, TTK, Ankara.
HAYDAROĞLU, İlknur (2002), “Osmanlı Đmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar”, Türkler, 13, 181-188.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat S. (1990), Tarih Araştırmalarında Usûl,
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., Đstanbul.
AKATOS, Đmre; Alan Musgrave (ed.) (1992), Bilginin Gelişim ve Bilginin Gelişimiyle ilgili Teorilerin Eleştirisi, çev. Hüsamettin Arslan, Paradigma, Đstanbul.
MCCARTHY, Justin (2003), “Đngiliz Probogandası, Wellington Evi ve Türkler”, Türkler, 13, 469-481.
ÖZÇELİK, Đsmail (1996), Tarih Öğretiminde Yöntem ve Teknikler, Gazi Büro Kitabevi, Özkan Matbaacılık, Ankara.
ÖZTÜRK, Mustafa (1999), Tarih Felsefesi, Elazığ.
ŞĐŞMAN, Adnan (2002), “Misyonerlik ve Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Kurulan Yabancı Sosyal ve Kültürel Müesseseler”, Türkler, 13: 173-180.
TURAN, Kemal (2002), “Başlangıçtan Günümüze Türk-Alman
Eğitim Đlişkileri”, Türkler, 13, 190-197.
TOGAN, A. Zeki Velidî (1985), Tarihte Usûl, Enderun Kitabevi,
istanbul.
TURNER, Bryan S. (1994), Orientalism, Postmodernism and
Globalism, Routledge, London and New York.
http://turkishstudies.net/sayilar/sayi15/9co%C5%9Fkunmenderes.pdf
OSMANLı BELGELERİNİN DİLİ (Diplomatik) HAKKINDA*
Yrd.Ooç.Or. Yılmaz KURt
A.U. Dıl ve Tarıh- Cografya FakOltesl Ortaçag Tarıhı Anabılımdalı Ogretım Uyesi.
Mübahat S. Kütükoğlu,
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, Kubbealtı
Akademisi Kültür Ve Sanat Vakfı Yayınları, XXXIII+ 605 s.
Osmanlı Belgelerinin Dili isimli kitap bu konuda günümüze kadar hazırlanmış olan benzerleri içerisinde en kapsamlı diplomatik kitabı olmak özeııiğini taşır. Böyle bir kitabı hazırlayan Sayın Mübahat Kütükoğlu Hanımefendiyi kutlamak isterim.
Yıııar önce Merhum Şevket Rado Hayat Dergisi'ndeki baş makalesinde ülkemizde eski yazı bilenlerin sayısının günden güne azalmakta olduğundan yakınarak, böyle giderse birkaç yıl sonra Fransa'dan, Amerika'dan uzman getirtmek zorunda kalacağız, diyordu. 1980'li yıııarda Ermeni terörüne 22. Dışişleri mensubumuzu da kurban verdikten sonra Türk Devleti suskunluğunu bozmak gereği duydu. Ermeni iddialarını çürütmek için arşivlerimize önem verilmeye başlanıldı.
Arşivlerimizin okuyuculara açılabilmesi için yüzlerce arşivelemanına ihtiyaç duyuldu. O tarihlerde bazı üniversitelerimizde faaliyete geçmiş olan Arşiv Bölümleri henüz mezun vermemişti. İstanbulOsmanlı Arşivi'ne Tarih, Edebiyat, İ1ahiyat mezunlarından, hatta eski yazı bilen diplomasız kişilerden yararlanılmak yoluna gidildi. Böylece Şevket Rado'nun korktuğu gibi yabancı uzman getirtmek zorunda kalmadık. Buna rağmen bugün gelinen noktanın yeterli olduğunu sanırım hiç kimse ileri süremez:
i. Arşivcilik Bölümlerine alınan öğrencilerin sayısı oldukça azdır. Ankara DTCF (30), Hacettepe (20), İstanbul Edebiyat (30), Marmara Fen-Edebiyat (35) olmak üzere yılda LLS öğrenci alınmaktadır. Bunlardan kaçının fakülteyi bitirebildiği ve kaçının kendi mesleğinde çalıştığı ise beııi değildir.
2. Fakültelerimize arşiv bölüm veya anabilim daııarının açılması için gerekli ön hazırlıklar tamamlanmadan idari kararlarla arşiv bölümleri açılmıştır. Ülkemizde akademisyen arşivci olmadığı için doktorasını yurt dışında arşiv alanında yapmış olan bir-iki bilim adamından yararlanılmış, diğer hocalar kütüphanecilik ve tarih - edebiyat bölümlerinden tamamlanılmaya çalışılmıştır. Ders programları merkezı bir otorite tarafından düzenlenmediği için sonuçta arşiv bölümlerindeki eğitimde kütüphaneci niteliği ağır basmaya başlamıştır.
- Bu makale 25 Mart 1995 tarihinde TOrk Dil Kurumu konferans salonunda TOrkiye Glinlo~ü tarafından dOzenlenen Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik) Paneli'nde tebli~ olarak sunulmuştur. Prof. Dr. Ilber Ortayıı tarafından yönetilen. Doç. Dr. Mehmet Öz, Yrd. Doç. Dr. Ali ıbrahim Savaş'ın konuşmacı olarak katıldıkları panelde tebli~ olarak sunulmuştur. Tebli~ bugüne kadar basılmadıgı için burada yeniden ele alınarak basılması uygun görülmüştür.
.. . . . .
3. Fakültelerimizde Osmanlı Paleografyası dersleri öğrencilerin korkulu. rüyası olmaya devam etmekte, istenilen evsafta eleman yetiştirmek güç olmaktadır.
Liselerimizden sınırlı bir kelime dağarcığı ile mezun olan tarih ve edebiyat öğrencileri, bırakınız 400 yıl önce yazılmış bir belgeyi, bir şiiri, AtatUrk'iln Bilyilk Nutuk'unu bile okuyup anlamaktan aciz. olarak fakUltelerimize gelmektedirler. Fakilltelerimizde haftada 80 dakika ders ile biz bu çocukları Osmanlı kültür ve medeniyetine aşina kılmak istiyoruz. Bu çocuklar, ortaokul L. sınıftan beri İngilizce veya Fransızca öğretmeye çalıştığımız çocuklarımızdır. Herhalde sayın bUyüklerimiz haftada 80 dakika ile çocukların Naima'yı, Ahmet Cevdet'i, Hoca Saadettin'i anlayacak seviyeye gelmesini beklemiyorlardır.
Birkaç yıl önce DTCF'de senenin ilk dersine başlamadan önce Tarih Bölilmil L. sınıf öğrencilerine bir anket uyguladım. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın ders kitabı niteliğinde hazırlamış olduğu ünlil Osmanlı Tarihi isimli eserinin ilk 30 sayfasından i00 kelime çıkardım ve öğrencilerimden bu kelimelerin anlamlarını yazmalarını istedim. Öğrencilerin tam olarak bildikleri iki kelime vardı ve bunlar da "zevce" ile "garp" kelimeleri idi. Bu iki kelimenin dışında % i00 bilinen kelime yoktu. Oysa ben bu i00 kelimeyi seçerken "ıkta" gibi teknik terim sayılabilecek kelimeleri almamıştım ve bu öğrenciler tarihçi adayları idiler. O günden sonra bu anketi tekrar uygulamak imkanım olmadı. Öyle inanıyorum ki durum kötüye gitmiş iyiye gitmemiştir.
4. Ülkemizde okuyucusu olan kitaplar genellikle roman ve siyasi ağırlıklı kitaplardır. Geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan bilimsel kitaplar özel yayınevleri tarafından basılmak istenmiyor. Osmanlıca ile ilgili kitaplar, ders kitabı olarak bir miktar basılıyor ve satılıyorsa da geniş bir pazarı olmadığı için özel yayınevleri tarafından yine de cazip de~i1. Bir kitabın piyasa bulabilmesi için basıldığı yıl en az 1000 adet satması gerekmekte. Bu durumda bilimsel ağırlıklı paleografya ve diplomatika tilril kitaplar daha çok Üniversiteler, Vakıflar Genel MildürlUğü, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kar endişesi taşımayan resmi kurumlar tarafından bastırılmaktadır. Nitekim, Vakıflar Genel MildUrlUğU tarafından çıkarılan Mahmud Yazır merhumun kitapları bu alanda büyilk hizmet vermiştir.
Son yıllarda tarih ve edebiyat fakilitelerinin ve buralarda eğitim gören öğrenci sayısının artması Osmanlı paleografyası ve diplomatikası kitaplarına olan ihtiyacı da arttırmıştır. Üniversitelerimizde bu dersleri okutan meslektaşlarımızın çoğu yeteri kadar kaynak kitap bulamamaktan veya mevcut kitapların istenileni veremediğinden şikayet etmektedirler. Son yıllarda Cahit Baltacı'nın İslam Paleografyası;2 Mehmet Eminoğlu'nun Osmanlı Vesikalarını Okumaya Giriş 3
-gibi paleografya kitapları ve tarafımızdan hazırlanan Osmanlıca Dersleri II 4 gibi
ders kitapları piyasaya çıkarılmış ise de bütiln bu yayınların istenileni tam olarak veremediğini kabul etmemiz gerekir. Esasen konu bir kitabın hacmini aştığı gibi bir kişinin tek başına altından kalkamıyacağı kadar büyüktUr. Sayın Kütükoğlu'nun kitabı ise mevcutlarının en yenisi olduğu kadar en iyisi olmak özelliğini de taşımaktadır.
OSMANLı BELGELERiNiN Dili HAKKINDA
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) isimli kitap bir başucu kitabı özelligindedir. Kalite bakımından son derece mUkemmeldir. Buna karşılık herhalde tenkit edilecek yönlerinin başında fıyatı gelmektedir. 2.200.000.TL gibi
. bir fıyat bırakınız ögrencileri, araştırmacıları bile bu ekonomik şartlar içerisinde zorlayacak ölçüdedir. Ancak basit romanların bile 200.000.- TL bedelle satıldıgını düşilnecek olursak bu fıata alışmakta güçlük çeksek de kabul etmek zorunda gibiyiz..'
Eleştiri sadece olumsuz veya sadece olumlu yönleri saymak olmadıgına göre biz bu mükemmelligin içerisinde görebildigimiz küçük eksiklikleri işaret ederek ikinci baskıda kitabın daha da iyiye ulaşmasına katkıda bulunmak arzusunday ız.
• Kitapta belgeler eski harflerle verilmedigi halde transkribe harflerinin de kullanılmayışı bir eksiklik olarak görillebilir. Özellikle yeni yazıda aynı şekilde yazılan ve okunan kelimelerde bu eksiklik kendisini açık olarak göstermektedir:
siihib-i ezyiili'l-haşmet ve'l-vekiir , siihib-i deliiili'l-mecd ve'l-i'tibiir (s.150)
, ifadesinde birinci sahib () kelimesi sad harfiyle olup bilinen "miilik" anlamıyla kullanılmıştır. ikincisi ise sin harfiyle ( ) olup, eteklerini salıyarak gururla yürilyen anlamındadır. Belgenin aslı eski harflerle verilmediginde transkribe harfi olmaksızın yeni yazıdan bu anlam farkını çıkarmak çok zordur. Ayrıca yine aynı sayfada " siicid (siihib?) -i ezyiili'l-haşmet ve'l-vekar" ifadesindeki siicid sözünün metinde anlamını oturtmak oldukça zordur. Büyük bir ihtimalle belgede böyle görillmüş olmalı ki yazar, "siicid" kelimesinin yanına (siihib) kelimesini soru işaretiyle yazmak geregini duymuştur.
Burada bir küçük noktayı da belirtmemiz gerekecektir. Bilindigi gibi Arapça tamlamalardaki degişikliklerde muzafiln ileyh olan kelime sonunda bulunan kapalı te h~rfleri ha-i resmiyeye dönüşür. "Biibü's-sa'c1det" denilmez "Biibü's-sa'iide" denilir; "rilknü'd-devlet" denilmez "rilknü'd-devle" denilir. Dolayısıyla yukarıda verdigimiz tamlamalarda da "ezyc1Ii'-haşmet" degil "ezyiili'l- haşme" denilmesi daha dogru olurdu.
Kitapta dikkatimizi çeken transkribe meselelerinden birisi de "bi" ve "fi" gibi harf-i cerlerin kullanımı olmuştur: .
Yazar kadı elkabı kısmında (s. 106 ve degişik yerlerde) "bi-mezid-i iniiyeti'l-meliki'l-mu'in" ifadesini bi-mezidi..." şeklinde transkribe etse sanırım harf-i cerrin fonksiyonuna daha uygun olurdu.
Aynı şekilde tarihlerin başına konan "fi" harf-i cerrinde de "Fi evc1hir-i" şeklinde yazmak yerine "Fi evahiri" yazılması daha dogru olurdu. Ancak bu konuya Uzunçarşılı, Gökbilgin gibi üstatlarımızın da dıkkat etmemiş olduklarını bildigimizden bu yazım şekli sanki galat-ı meşhur hükmüne girmiş gibidir.
Kitapta, Arapça üçlü tamlama şeklinde gösterilmesi daha dogru olan bazı tamlamaların Farsça-Arapça karışık tamlama şeklinde gösterildigine de tanık olmaktayız:5
"müdebbir-i umfıri'l-cumhfır bi'l-fıkri's-siikıb"
mütemmim-j mehammi'l-enam bi'r-re'yi's-sa'ib" (s. ı02) gibi tamlamalarda, tamlamanın bütününün Arapça kurala uygun olarak:
"müdebbiru umCıri'l-cumhur bi'l-fikri's-sakıb"
"mütemmimu mehammi'l-enam bi'r-re'yi's-sa'ib" şeklinde okunabilir.
Bu tür tamlamaları "Divanu Lügati't- Türk", "Kitabu Mesalihi'I-Müslimin" örneklerinde olduğu gibi üçlü tamlama olarak okumayı tercih etmekteyiz. Nitekim tamlamanın sonundaki "bi" harf-j cerri ile başlayan sıfatlandırma da tamlamanın Arapça okunmasını gerektirmektedir. Elkabın baş kısmı Farsça tamlamalarla başlasa da "müdebbir" kelimesinden itibaren Arapça tamlama şekline dönülmekte ve sonuna kadar böyle devam etmektedir.
Üç tuğlu üç vezire hitap eden elkablarda görülen " mütemmimü, mümehhidü, müşehhidü" şeklindeki ism-i faillerin sonundaki "u"'ları ise "un" çoğul ekinin sonundaki "nun" harfinin düşmesi sonucu uzun u (Cı) okumak gerekecektir.
"Tahriren rı ... " şeklinde başlayan tarih yazımlarında: "Tahriren rı evasıt-ı Şa'ban-ü'l-mu'azzam" ( s. 70)
şeklindeki transkribeyi hemen bütün hocalarımız tekrarlamıştır. Yukarıda biraz değindiğimiz gibi bu tür harf-i cerr ihtiva eden Arapça tamlamaları Arapça kurala uygun olarak okumak gerekir. Aksi halde evasıt kelimesinin başı Arapça, sonu Farsça olmuş olur. Ayrıca harf-i cerrin cerr görevini yapmaması için hiçbir gramer kuralı burada mevcut değildir. Bu tür tarihlendirmelerin:
"Tahriren rı evasıtı Şa'bani'l-mu'azzam" şeklinde transkribe edilmesi doğru olur. Şunu da ilave edelim ki "Fi gurre-i "ifadesinde bu söylediğimiz kurala uyulmamış olduğunu da bilmekteyiz.
Yine bu cümleden olmak üzere tamlamanın baş kısmının Farsça, sonunun Arapça olarak kullanıldığını da biliyoruz. "Emr-i Emirü'I-Mü'minin" şeklindeki bir tamlamada Arapça tamlama Farsça tamlamanın içerisinde bir kelime gibi kullanılmış olur. Burada "emir" kelimesinin son harfini ötre okumak gerekir. Kitapta bu tür bir okuyuş seçildiği halde bile "müdebbir-i umuri'l-cumhur" şeklinde tamlama yapılması yanlıştır. Esasen bu tür tamlamaların tam olarak Arapça kurala uygun okunması gerektiğini de yukarıda açıklamıştık.
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) muhteva yönünden de ~azı tenkitler almıştır. Bunlardan en önemlisi Osmanlı belge türleri içerisinde adaletnamelere yer verilmeyişi olmuş, bunun sebebi olarak da yazarın merkezdeki arşivlere ağırlık vermesi kadı sicilierine inmemiş olması gösterilmiştir'.
Burada işaret etmeye çalıştığımız, bize göre yanlış sayılabilecek hususlar kitabın mükemmelliği yanında denizde damla gibi kalır. Kitap baştan sona titiz bir çalışmanın ürünüdür. Yazar kitabın bilgisayar dizimini kendisi yapmış olduğu ve son derece titiz bir araştırmacı olduğu için kitap böyle mükemmel basılabilmiştir.
Yücel Özkaya. "Osmanlı Belgelerinin Dili'nin KritiF., Bilge, 6 (1995), s. 40- 41.
Yazarın önsözde belirttigi, "Osmanlı diplomatiginin dipsiz bir kuyu" oldugu yolundaki benzetmesine katılmamak mUmkün degildir. 600 yıllık Osmanlı Cihan Devletinin arşivi de muhakkak bu büyüklüge ve mükemmellige uygun olacaktı. Bu açıdan kitapta ele alınan konuların detaylarına inilmesi durumunda birkaç cildI ik bir Osmanlı Diplomatik Ansiklopedisi hazırlamak gerekecektir. Bundan sonra yapılması gereken de gerçekten böyle bir ansiklopedinin hazırlanması olarak görülmektedir.
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) isimli bu örnek eser son aylarda bazı bilim adamı ve gazeteci tarafından öne sürülen liselerimize Osmanltea dersleri konulması teklifini de gündeme getirmektedir. Liselerimizin Edebiyat bölümlerine Osmanlıca dersleri konularak tarih ve edebiyat alanında .çalışacak olanlara Osmanlıca dersleri verilmesi Fakültelerdeki egitim in kalitesini yükseltecektir. Edebiyat bölümünü seçen ögrencilere verilecek 30- 40 ek puan meslekte uzmanlaşma konusunda etkili olacaktır. Bu konuda Sayın Aydın Taneri'nin ve Ömer Öztürkmen'in kıymetli yazılarının etkili oldugu görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Milli Eğitim yetkilileri de konuya sıcak bakmaktadır ve bu mesele önümüzdeki yıllarda hiç olmazsa büyük şehirlerimizdeki okullarda uygulanmaya başlanacaktır. Bu uygulama yıllardan beri uygulanmakta olan Fen Liseleri'ne karşılık olmak üzere Sosyal Bilimler veya Edebiyat Liseleri'nin açılması şeklinde olacaktır.
Sonuç olarak Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) isimli bu kitabı aynı isimle çıkmasını arzuladığımız Ansiklopedinin ilk basamağı olarak gördüğümüzü belirtmek istiyoruz. Bu eserin Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı'nın bir yayını olarak çıkması sevindirici olmakla birlikte daha geniş okuyucu kitlesine ve daha uygun fiyatla ulaştırılması için muhakkak Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Kültür Bakanlıgı gibi resmi kurumlarca bastırılması bir çözüm yolu olabilir. Aksi halde bu fiyatla eseri öğrencilere tavsiye etmek, olsa olsa ögrencilerimizi üzmek anlamına gelir. Kitabın maliyetin düşürülmesi için, ekler bölümünün kuşe kağıda, diğer bölümlerin I.hamur kagıda bası lması düştinü lebi iir.
Böylesine kıymetli bir kitabı hazırlayan Sayın Mübahat Kütükoğlu hocamızı, kitaba emeği geçen kişileri gönUlden tebrik ediyorum.
Yrd.Ooç.Or. Yılmaz KURt
A.U. Dıl ve Tarıh- Cografya FakOltesl Ortaçag Tarıhı Anabılımdalı Ogretım Uyesi.
Mübahat S. Kütükoğlu,
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, Kubbealtı
Akademisi Kültür Ve Sanat Vakfı Yayınları, XXXIII+ 605 s.
Osmanlı Belgelerinin Dili isimli kitap bu konuda günümüze kadar hazırlanmış olan benzerleri içerisinde en kapsamlı diplomatik kitabı olmak özeııiğini taşır. Böyle bir kitabı hazırlayan Sayın Mübahat Kütükoğlu Hanımefendiyi kutlamak isterim.
Yıııar önce Merhum Şevket Rado Hayat Dergisi'ndeki baş makalesinde ülkemizde eski yazı bilenlerin sayısının günden güne azalmakta olduğundan yakınarak, böyle giderse birkaç yıl sonra Fransa'dan, Amerika'dan uzman getirtmek zorunda kalacağız, diyordu. 1980'li yıııarda Ermeni terörüne 22. Dışişleri mensubumuzu da kurban verdikten sonra Türk Devleti suskunluğunu bozmak gereği duydu. Ermeni iddialarını çürütmek için arşivlerimize önem verilmeye başlanıldı.
Arşivlerimizin okuyuculara açılabilmesi için yüzlerce arşivelemanına ihtiyaç duyuldu. O tarihlerde bazı üniversitelerimizde faaliyete geçmiş olan Arşiv Bölümleri henüz mezun vermemişti. İstanbulOsmanlı Arşivi'ne Tarih, Edebiyat, İ1ahiyat mezunlarından, hatta eski yazı bilen diplomasız kişilerden yararlanılmak yoluna gidildi. Böylece Şevket Rado'nun korktuğu gibi yabancı uzman getirtmek zorunda kalmadık. Buna rağmen bugün gelinen noktanın yeterli olduğunu sanırım hiç kimse ileri süremez:
i. Arşivcilik Bölümlerine alınan öğrencilerin sayısı oldukça azdır. Ankara DTCF (30), Hacettepe (20), İstanbul Edebiyat (30), Marmara Fen-Edebiyat (35) olmak üzere yılda LLS öğrenci alınmaktadır. Bunlardan kaçının fakülteyi bitirebildiği ve kaçının kendi mesleğinde çalıştığı ise beııi değildir.
2. Fakültelerimize arşiv bölüm veya anabilim daııarının açılması için gerekli ön hazırlıklar tamamlanmadan idari kararlarla arşiv bölümleri açılmıştır. Ülkemizde akademisyen arşivci olmadığı için doktorasını yurt dışında arşiv alanında yapmış olan bir-iki bilim adamından yararlanılmış, diğer hocalar kütüphanecilik ve tarih - edebiyat bölümlerinden tamamlanılmaya çalışılmıştır. Ders programları merkezı bir otorite tarafından düzenlenmediği için sonuçta arşiv bölümlerindeki eğitimde kütüphaneci niteliği ağır basmaya başlamıştır.
- Bu makale 25 Mart 1995 tarihinde TOrk Dil Kurumu konferans salonunda TOrkiye Glinlo~ü tarafından dOzenlenen Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik) Paneli'nde tebli~ olarak sunulmuştur. Prof. Dr. Ilber Ortayıı tarafından yönetilen. Doç. Dr. Mehmet Öz, Yrd. Doç. Dr. Ali ıbrahim Savaş'ın konuşmacı olarak katıldıkları panelde tebli~ olarak sunulmuştur. Tebli~ bugüne kadar basılmadıgı için burada yeniden ele alınarak basılması uygun görülmüştür.
.. . . . .
3. Fakültelerimizde Osmanlı Paleografyası dersleri öğrencilerin korkulu. rüyası olmaya devam etmekte, istenilen evsafta eleman yetiştirmek güç olmaktadır.
Liselerimizden sınırlı bir kelime dağarcığı ile mezun olan tarih ve edebiyat öğrencileri, bırakınız 400 yıl önce yazılmış bir belgeyi, bir şiiri, AtatUrk'iln Bilyilk Nutuk'unu bile okuyup anlamaktan aciz. olarak fakUltelerimize gelmektedirler. Fakilltelerimizde haftada 80 dakika ders ile biz bu çocukları Osmanlı kültür ve medeniyetine aşina kılmak istiyoruz. Bu çocuklar, ortaokul L. sınıftan beri İngilizce veya Fransızca öğretmeye çalıştığımız çocuklarımızdır. Herhalde sayın bUyüklerimiz haftada 80 dakika ile çocukların Naima'yı, Ahmet Cevdet'i, Hoca Saadettin'i anlayacak seviyeye gelmesini beklemiyorlardır.
Birkaç yıl önce DTCF'de senenin ilk dersine başlamadan önce Tarih Bölilmil L. sınıf öğrencilerine bir anket uyguladım. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın ders kitabı niteliğinde hazırlamış olduğu ünlil Osmanlı Tarihi isimli eserinin ilk 30 sayfasından i00 kelime çıkardım ve öğrencilerimden bu kelimelerin anlamlarını yazmalarını istedim. Öğrencilerin tam olarak bildikleri iki kelime vardı ve bunlar da "zevce" ile "garp" kelimeleri idi. Bu iki kelimenin dışında % i00 bilinen kelime yoktu. Oysa ben bu i00 kelimeyi seçerken "ıkta" gibi teknik terim sayılabilecek kelimeleri almamıştım ve bu öğrenciler tarihçi adayları idiler. O günden sonra bu anketi tekrar uygulamak imkanım olmadı. Öyle inanıyorum ki durum kötüye gitmiş iyiye gitmemiştir.
4. Ülkemizde okuyucusu olan kitaplar genellikle roman ve siyasi ağırlıklı kitaplardır. Geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan bilimsel kitaplar özel yayınevleri tarafından basılmak istenmiyor. Osmanlıca ile ilgili kitaplar, ders kitabı olarak bir miktar basılıyor ve satılıyorsa da geniş bir pazarı olmadığı için özel yayınevleri tarafından yine de cazip de~i1. Bir kitabın piyasa bulabilmesi için basıldığı yıl en az 1000 adet satması gerekmekte. Bu durumda bilimsel ağırlıklı paleografya ve diplomatika tilril kitaplar daha çok Üniversiteler, Vakıflar Genel MildürlUğü, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kar endişesi taşımayan resmi kurumlar tarafından bastırılmaktadır. Nitekim, Vakıflar Genel MildUrlUğU tarafından çıkarılan Mahmud Yazır merhumun kitapları bu alanda büyilk hizmet vermiştir.
Son yıllarda tarih ve edebiyat fakilitelerinin ve buralarda eğitim gören öğrenci sayısının artması Osmanlı paleografyası ve diplomatikası kitaplarına olan ihtiyacı da arttırmıştır. Üniversitelerimizde bu dersleri okutan meslektaşlarımızın çoğu yeteri kadar kaynak kitap bulamamaktan veya mevcut kitapların istenileni veremediğinden şikayet etmektedirler. Son yıllarda Cahit Baltacı'nın İslam Paleografyası;2 Mehmet Eminoğlu'nun Osmanlı Vesikalarını Okumaya Giriş 3
-gibi paleografya kitapları ve tarafımızdan hazırlanan Osmanlıca Dersleri II 4 gibi
ders kitapları piyasaya çıkarılmış ise de bütiln bu yayınların istenileni tam olarak veremediğini kabul etmemiz gerekir. Esasen konu bir kitabın hacmini aştığı gibi bir kişinin tek başına altından kalkamıyacağı kadar büyüktUr. Sayın Kütükoğlu'nun kitabı ise mevcutlarının en yenisi olduğu kadar en iyisi olmak özelliğini de taşımaktadır.
OSMANLı BELGELERiNiN Dili HAKKINDA
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) isimli kitap bir başucu kitabı özelligindedir. Kalite bakımından son derece mUkemmeldir. Buna karşılık herhalde tenkit edilecek yönlerinin başında fıyatı gelmektedir. 2.200.000.TL gibi
. bir fıyat bırakınız ögrencileri, araştırmacıları bile bu ekonomik şartlar içerisinde zorlayacak ölçüdedir. Ancak basit romanların bile 200.000.- TL bedelle satıldıgını düşilnecek olursak bu fıata alışmakta güçlük çeksek de kabul etmek zorunda gibiyiz..'
Eleştiri sadece olumsuz veya sadece olumlu yönleri saymak olmadıgına göre biz bu mükemmelligin içerisinde görebildigimiz küçük eksiklikleri işaret ederek ikinci baskıda kitabın daha da iyiye ulaşmasına katkıda bulunmak arzusunday ız.
• Kitapta belgeler eski harflerle verilmedigi halde transkribe harflerinin de kullanılmayışı bir eksiklik olarak görillebilir. Özellikle yeni yazıda aynı şekilde yazılan ve okunan kelimelerde bu eksiklik kendisini açık olarak göstermektedir:
siihib-i ezyiili'l-haşmet ve'l-vekiir , siihib-i deliiili'l-mecd ve'l-i'tibiir (s.150)
, ifadesinde birinci sahib () kelimesi sad harfiyle olup bilinen "miilik" anlamıyla kullanılmıştır. ikincisi ise sin harfiyle ( ) olup, eteklerini salıyarak gururla yürilyen anlamındadır. Belgenin aslı eski harflerle verilmediginde transkribe harfi olmaksızın yeni yazıdan bu anlam farkını çıkarmak çok zordur. Ayrıca yine aynı sayfada " siicid (siihib?) -i ezyiili'l-haşmet ve'l-vekar" ifadesindeki siicid sözünün metinde anlamını oturtmak oldukça zordur. Büyük bir ihtimalle belgede böyle görillmüş olmalı ki yazar, "siicid" kelimesinin yanına (siihib) kelimesini soru işaretiyle yazmak geregini duymuştur.
Burada bir küçük noktayı da belirtmemiz gerekecektir. Bilindigi gibi Arapça tamlamalardaki degişikliklerde muzafiln ileyh olan kelime sonunda bulunan kapalı te h~rfleri ha-i resmiyeye dönüşür. "Biibü's-sa'c1det" denilmez "Biibü's-sa'iide" denilir; "rilknü'd-devlet" denilmez "rilknü'd-devle" denilir. Dolayısıyla yukarıda verdigimiz tamlamalarda da "ezyc1Ii'-haşmet" degil "ezyiili'l- haşme" denilmesi daha dogru olurdu.
Kitapta dikkatimizi çeken transkribe meselelerinden birisi de "bi" ve "fi" gibi harf-i cerlerin kullanımı olmuştur: .
Yazar kadı elkabı kısmında (s. 106 ve degişik yerlerde) "bi-mezid-i iniiyeti'l-meliki'l-mu'in" ifadesini bi-mezidi..." şeklinde transkribe etse sanırım harf-i cerrin fonksiyonuna daha uygun olurdu.
Aynı şekilde tarihlerin başına konan "fi" harf-i cerrinde de "Fi evc1hir-i" şeklinde yazmak yerine "Fi evahiri" yazılması daha dogru olurdu. Ancak bu konuya Uzunçarşılı, Gökbilgin gibi üstatlarımızın da dıkkat etmemiş olduklarını bildigimizden bu yazım şekli sanki galat-ı meşhur hükmüne girmiş gibidir.
Kitapta, Arapça üçlü tamlama şeklinde gösterilmesi daha dogru olan bazı tamlamaların Farsça-Arapça karışık tamlama şeklinde gösterildigine de tanık olmaktayız:5
"müdebbir-i umfıri'l-cumhfır bi'l-fıkri's-siikıb"
mütemmim-j mehammi'l-enam bi'r-re'yi's-sa'ib" (s. ı02) gibi tamlamalarda, tamlamanın bütününün Arapça kurala uygun olarak:
"müdebbiru umCıri'l-cumhur bi'l-fikri's-sakıb"
"mütemmimu mehammi'l-enam bi'r-re'yi's-sa'ib" şeklinde okunabilir.
Bu tür tamlamaları "Divanu Lügati't- Türk", "Kitabu Mesalihi'I-Müslimin" örneklerinde olduğu gibi üçlü tamlama olarak okumayı tercih etmekteyiz. Nitekim tamlamanın sonundaki "bi" harf-j cerri ile başlayan sıfatlandırma da tamlamanın Arapça okunmasını gerektirmektedir. Elkabın baş kısmı Farsça tamlamalarla başlasa da "müdebbir" kelimesinden itibaren Arapça tamlama şekline dönülmekte ve sonuna kadar böyle devam etmektedir.
Üç tuğlu üç vezire hitap eden elkablarda görülen " mütemmimü, mümehhidü, müşehhidü" şeklindeki ism-i faillerin sonundaki "u"'ları ise "un" çoğul ekinin sonundaki "nun" harfinin düşmesi sonucu uzun u (Cı) okumak gerekecektir.
"Tahriren rı ... " şeklinde başlayan tarih yazımlarında: "Tahriren rı evasıt-ı Şa'ban-ü'l-mu'azzam" ( s. 70)
şeklindeki transkribeyi hemen bütün hocalarımız tekrarlamıştır. Yukarıda biraz değindiğimiz gibi bu tür harf-i cerr ihtiva eden Arapça tamlamaları Arapça kurala uygun olarak okumak gerekir. Aksi halde evasıt kelimesinin başı Arapça, sonu Farsça olmuş olur. Ayrıca harf-i cerrin cerr görevini yapmaması için hiçbir gramer kuralı burada mevcut değildir. Bu tür tarihlendirmelerin:
"Tahriren rı evasıtı Şa'bani'l-mu'azzam" şeklinde transkribe edilmesi doğru olur. Şunu da ilave edelim ki "Fi gurre-i "ifadesinde bu söylediğimiz kurala uyulmamış olduğunu da bilmekteyiz.
Yine bu cümleden olmak üzere tamlamanın baş kısmının Farsça, sonunun Arapça olarak kullanıldığını da biliyoruz. "Emr-i Emirü'I-Mü'minin" şeklindeki bir tamlamada Arapça tamlama Farsça tamlamanın içerisinde bir kelime gibi kullanılmış olur. Burada "emir" kelimesinin son harfini ötre okumak gerekir. Kitapta bu tür bir okuyuş seçildiği halde bile "müdebbir-i umuri'l-cumhur" şeklinde tamlama yapılması yanlıştır. Esasen bu tür tamlamaların tam olarak Arapça kurala uygun okunması gerektiğini de yukarıda açıklamıştık.
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) muhteva yönünden de ~azı tenkitler almıştır. Bunlardan en önemlisi Osmanlı belge türleri içerisinde adaletnamelere yer verilmeyişi olmuş, bunun sebebi olarak da yazarın merkezdeki arşivlere ağırlık vermesi kadı sicilierine inmemiş olması gösterilmiştir'.
Burada işaret etmeye çalıştığımız, bize göre yanlış sayılabilecek hususlar kitabın mükemmelliği yanında denizde damla gibi kalır. Kitap baştan sona titiz bir çalışmanın ürünüdür. Yazar kitabın bilgisayar dizimini kendisi yapmış olduğu ve son derece titiz bir araştırmacı olduğu için kitap böyle mükemmel basılabilmiştir.
Yücel Özkaya. "Osmanlı Belgelerinin Dili'nin KritiF., Bilge, 6 (1995), s. 40- 41.
Yazarın önsözde belirttigi, "Osmanlı diplomatiginin dipsiz bir kuyu" oldugu yolundaki benzetmesine katılmamak mUmkün degildir. 600 yıllık Osmanlı Cihan Devletinin arşivi de muhakkak bu büyüklüge ve mükemmellige uygun olacaktı. Bu açıdan kitapta ele alınan konuların detaylarına inilmesi durumunda birkaç cildI ik bir Osmanlı Diplomatik Ansiklopedisi hazırlamak gerekecektir. Bundan sonra yapılması gereken de gerçekten böyle bir ansiklopedinin hazırlanması olarak görülmektedir.
Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) isimli bu örnek eser son aylarda bazı bilim adamı ve gazeteci tarafından öne sürülen liselerimize Osmanltea dersleri konulması teklifini de gündeme getirmektedir. Liselerimizin Edebiyat bölümlerine Osmanlıca dersleri konularak tarih ve edebiyat alanında .çalışacak olanlara Osmanlıca dersleri verilmesi Fakültelerdeki egitim in kalitesini yükseltecektir. Edebiyat bölümünü seçen ögrencilere verilecek 30- 40 ek puan meslekte uzmanlaşma konusunda etkili olacaktır. Bu konuda Sayın Aydın Taneri'nin ve Ömer Öztürkmen'in kıymetli yazılarının etkili oldugu görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Milli Eğitim yetkilileri de konuya sıcak bakmaktadır ve bu mesele önümüzdeki yıllarda hiç olmazsa büyük şehirlerimizdeki okullarda uygulanmaya başlanacaktır. Bu uygulama yıllardan beri uygulanmakta olan Fen Liseleri'ne karşılık olmak üzere Sosyal Bilimler veya Edebiyat Liseleri'nin açılması şeklinde olacaktır.
Sonuç olarak Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika) isimli bu kitabı aynı isimle çıkmasını arzuladığımız Ansiklopedinin ilk basamağı olarak gördüğümüzü belirtmek istiyoruz. Bu eserin Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı'nın bir yayını olarak çıkması sevindirici olmakla birlikte daha geniş okuyucu kitlesine ve daha uygun fiyatla ulaştırılması için muhakkak Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Kültür Bakanlıgı gibi resmi kurumlarca bastırılması bir çözüm yolu olabilir. Aksi halde bu fiyatla eseri öğrencilere tavsiye etmek, olsa olsa ögrencilerimizi üzmek anlamına gelir. Kitabın maliyetin düşürülmesi için, ekler bölümünün kuşe kağıda, diğer bölümlerin I.hamur kagıda bası lması düştinü lebi iir.
Böylesine kıymetli bir kitabı hazırlayan Sayın Mübahat Kütükoğlu hocamızı, kitaba emeği geçen kişileri gönUlden tebrik ediyorum.
OSMANLI BERATLARI KAPSAMINDA DİPLOMATİKA İLMİ
veya “İLM-İ İNŞÂ”
Nejdet GÖK*
* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi
ÖZET
İslam devletlerinde ilm-i inşâ adı verilen ve kısaca “vesîka ilmi” şeklinde ifade edebileceğimiz bu ilim, “Diplomatika” (İng. Diplomatics ) adıyla 17. Yüzyıdan itibaren batıda bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. Biz bu çalışmamızda öncelikle, diplomatika ilminin ortaçağ batı âleminde ve latin kültüründe ortaya çıkışı, gelişimi ve kullanılan resmî belgelerin rükün ve şartlarını ele aldık.İslam dünyasındaki diplomatika çalışmalarını ayrı ayrı tesbit ettik. Yine bu bölümler içinde bir tür diplomatika eseri olan inşâ eserleri üzerinde durduk. Bu alanlarda ortaya konmuş önemli eserleri ve İslam ülkelerinde kullanılan vesîka türleri ve diplomatika unsurlarını örnekleri ile belirttik. Osmanlı diplomatikası konusunu, münşeat geleneği ve modern anlamda diplomatika çalışmaları şeklinde iki başlık altında ele aldık. Bu arada diplomatikanın kaynağı olan arşivler üzerinde durduk. Son bölümde ise; Berat formunu ele aldık. Padişah adına hazırlanan beratın, Osmanlı diplomatikasındaki önemine işaret ettik.
Anahtar kelimeler: Osmanlı, diplomatika, İlm-i inşa, münşeât, berat, arşiv
ABSTRACT
This research field, which was namely “ı’lm al- inshâ”, which in short, we could refer to as “knowledge of documents” in Islamic civilizations, later on, became an independent research field known as “Diplomatics” in the West by the 17th century. In our research, we first examined the emerging and advance of diplomatics in the medieval Western and Latin civilizations as well as the requirements of legal documents. Next, we investigated the diplomatic studies in the Islamic countries. Under these categories, we emphasized the inshâ documents, which are types of diplomatic documents. We pointed out the prominent works in the field and the types of documents and diplomatic elements used in the Islamic states with examples. We examined the subject of Ottoman diplomatics under two subtitles consisting of traditional scriptures and modern diplomatic studies.We also investigated the archives, which are the sources of diplomatics, In the last section, we studied “Berat” document, We drew attention to the importance of Berat, which is prepared under the name of the Sultan.
Keywords: Ottoman, diplomatics, ı’lm al-inshâ, munshaât, berat, archive
İslam geleneğinde kısaca, ilm-i inşâ veya fenn-i kitâbet adı verilen diplomatika, en kısa tanımıyla “vesîka veya belge ilmi” şeklinde ifade olunabilir. “Diplomatika” (İng. diplomatics; Fr. diplomatique; Alm. Diplomatic, Urkundenlehre) adıyla 17. Yüzyıdan itibaren batıda, diplomasiden ayrı, bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. Biz bu yazımızın giriş kısmında, diplomatikanın Ortaçağ batı âleminde ve latin kültüründe ortaya çıkışı, gelişimini ve kullanılan resmî belgelerin rükün ve şartlarını ele aldık. Daha sonra İslam dünyasındaki diplomatika çalışmalarını; Arab, Fars ve Türk dilinin hakim olduğu ülkeler başlıkları altında örnekleriyle ayrı ayrı inceledik. İslam diplomasisinde bir tür diplomatika eseri olan inşâ eserleri ve en geniş anlamı ile inşâ ve kitâbet san‘atı
üzerinde durduk. Bu alanlarda ortaya konmuş önemli eserleri ve Ortaçağ İslam ülkelerinde kullanılan vesîka türleri ve diplomatika unsurlarını örnekleri ile belirttik.
Osmanlı diplomatikası , münşeat geleneği ve modern anlamda diplomatika çalışmaları şeklinde iki ana başlık altında ele alındı. Bunu da kendi içinde, yurt içi ve dışında yapılan çalışmalar olarak gruplandırmaya çalıştık. Bu arada diplomatikanın ana kaynağı olan arşivler üzerinde durduk. Son bölümde ise; Osmanlı bürokrasisinde hazırlanan “en mükemmel vesika formu” olan Berat konusunu ve Osmanlı diplomatikasındaki yerini inceledik, çeşitleri, beralatla ilgili suçlar vs. üzerinde durduk.
Birinci Bölüm
LATİN KÜLTÜRÜNÜN HÂKİM OLDUĞU ÜLKELERDE DİPLOMATİKA
“Özellikle hukûkî ve idârî önem taşıyan belge ve resmi kayıtları malzeme ve muhtevâ yönünden inceleyen bilim dalı” şeklinde kısaca tanımlanan diplomatika
veya diplomatik, Grekçe asıllı “diploma” kelimesinden gelmektedir. “İkiye katlanmış şey, katlanmış kağıt” anlamında olup, eski Yunan’da iki levha arasına yazılmış hukukî akd için de kullanılmıştır. Ortaçağ’ da “diploma” kelimesi yerine berat, mektub, belge anlamlarına gelen charta, epistola, littera, pagina, briet ve urkunde kelimeleri kullanılmış ve daha sonra diploma kelimesi daha farklı bir anlamda resmi dile tekrar girmiştir. (Kütükoğlu, 1994 ; s.2)
Kütükoğlu’na göre; Fransızcada diplôme kelimesi, şehâdet-nâme, berat, imtiyaz anlamlarını taşımakta; burdan türetilen diplomatik kısaca şehâdet-nâme,
imtiyaz-nâme ve eski ahid ve kanunlarla berat vs.yi halletmek fenni olarak ifade olunmaktadır. Osmanlıda bu kelimenin karşılığı, padişah tevcihi, vazife, imtiyaz veya bir yetki veren nişan, biti, menşur ve berat terimidir.
Batıdaki diplomatika çalışmaları;
1-Dom Jean Mabillon (1632-1707) dan önceki dönem,
2-Dom Jean Mabillon dönemi (1632-1707)
3-D.J.Mabillon’dan günümüze dek gelişerek devam eden diplomatika ilmi.
Şeklinde üç dönem halinde incelenebilinir.
Mabillon’dan önceki dönemde diplomatika:
Bu dönemde Ortaçağ Avrupasında, tarihçiler için en önemli kaynaklar, kilise tarihleri, azizlerlerin, râhib ve râhibelerin hayat hikayeleri vs.nin muhafaza edildiği kilise arşivleridir. Fakat kullanılan malzemelerde bugünki anlamda bir metin tenkid ve tahlilinden bahsedilemez. (Giry,1925; s.51). Sadece 14. yüzyılın başlarında Dominikan Bernard Guı, diğer tarihçilerin aksine belgeleri, bir tenkid ve tahlile tabi tutarak kullanmıştır. (Tessier,1952; s.10). Fransa’da nesiller boyu devam eden kraliyet ailesine âit belgeler ciddi bir titizlikle muhafaza edilmiş, özellikle bazı hukukçular ve bu mazemenin muhafazası işinde görevli şahıslar bu konuda uzmanlaşmışlardır. Bunlardan biri Gérard de Montaigu’dur. Bu zat V. Charles’in emrinde çalışırken kraliyet dışındaki malzemelerle de ilgilenmiş, bugünki anlamda diplomatik metin tenkidi yapmıştır. (Kütükoğlu,1994; s.3)
Mabillon dönemi (1632-1707):
Diplomatiğin bir ilim dalı olarak ortaya çıkması, pratik bir ihtiyaçtan doğmuştur. Ortaçağda savaşlar sırasında bir çok vesikanın kaybolması sonucu ortaya çıkan çok sayıdaki sahte belgelere karşı bir önlem olarak ve daha önce yazılı olmayan gelenek hukukunu yazılı delillere dönüştürme ihtiyacı bunun en önemli sebebidir. Bununla birlikte sahte belgeleri hakiki olanlardan ayırmak için kullanılan titiz ve ilmî metodlar ancak 17. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.
Diplomatik gerçek anlamda ilim olma hüviyetini, Paleografinin de öncülerinden sayılan Fransız Bénédictin Tarikatı üyesi, D.Jean Mabillon (1632-
1707)’un 1681’de yayımladığı De re diplomatica libri sex adlı eseri ile kazanmıştır. Bu eserle çeşitli arşiv belgelerinin özellikleri, araştırma ve inceleme usûllerinin temelleri atılmış; gerçek ve sahte belgelerin ayırd edilmesi husûsunda kurallar konmuştur. (Giry, 1925; s.52).
Mabillon’dan günümüze diplomatika çalışmaları:
Mabillon’u tâkiben, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın diğer ülkelerinde bu konuda çeşitli eserler meydana getirilmiştir. İngiltere’de Madox, 1702’de
Formulare Anglicanum; İtalya’da Maffei, 1727’de Istoria Diplomatica; Fransa’da René Prosper Tassin ve Charles François Taustain (1750-1765) yılları arasında yayınladıkları altı ciltlik Nauveau Traité de Diplomatique (Diplomatik Üzerine Yeni Risâle); D. De Vaines, 1765’de Göttingen’de yayınladığı Dictionnaire de
Diplomatique Gätterer, Elementa Artis Diplomaticae; Schoneman 1801’de Hamburg’da yayınladığı iki ciltlik Essai de Systéme Général de Diplomatique (Gökbilgin 1979; Kütükoğlu 1994) adlı eserlerle Diplomatik ilmine yenilikler getirmişlerdir. Yine 19 yüzyılda fransız ekolünden, Benjamin Guérard, Natalis de Wailly, Léopold Delisle, Levillain, A. Giry , F. Lot, Alman ekolünden de Th. Von Sickel, Julius Ficker ve Harry Breslau diplomatika konusunda önemli eserler ortaya koymuşlardır.
Ortaçağ Latin Kültüründe Vesîka Rükünleri :
Ortaçağ Latin kültüründe, bir resmi belge esas olarak üç kısımdan oluşmaktadır; Giriş protokolü, ana metin ve bitiş protokolü. Belgedeki diğer unsurlar bu üç rüknü tamamlayan yardımcı şartlardır.
Ortaçağ İslam ülkelerinde kullanılan resmî vesikalarda da esas olarak aynı ayrımı görmekteyiz; Giriş protokolü, metin ve bitiş protokolü (W.Björkman,1965; s.301) Bu konuda tafsilat İslâm ülkeleri diplomatikası bölümünde verilmiştir.
Resmî vesikaların genel şeması şu şekildedir. (Giry,1925; s. 55 vd.).
I.Giriş Protokolü (Başlangıç) (Le protocole initial):
1-Dâ’vet
2-Adres
3-Hitab
4-Selam
II.Metin;
1.Önsöz / Giriş
2-İblağ veya bildiri
3-Açıklama
4-Hüküm
III.Metin (devamı) Son Maddeler
1-İhtar cümleleri
2-Yasaklayıcı cümleler
3-Kaldırıcı cümleler
4-Kısıtlayıcı cümleler
5-Zorunlu cümleler
6-Reddedici cümleler
7-Tehdid edici cümleler
a-Bedduâlar ve Aforozlar b-Ceza cümleleri
8-Çeşitli formalite formülleri:
a-Vesikanın kaleme alınması
b-Tevcih ve gelenek formülleri,
c-Îmâ ve kayıt, d-Özel şart
9-Geçerlilik İşâretleri
IV.Bitiş Protokolü;
1.Tarih
2.Değerlendirme
A.Giry, Ortaçağ Latin kültüründe krala âit belgeleri de şu şekilde sıralamıştır;
1.Kapalı mektuplar
2.Acele gönderilecek mektuplar ve damgalı mektuplar
3.Kapalı mühür ile mühürlenmiş mektuplar
4.Kralın emir ve fermanları
5.Beratlar, icâzetler (Brevets) (Giry,1925; s.780-785)
İkinci Bölüm
İSLAM ÜLKELERİNDE DİPLOMATİKA İLMİ
İslâm ülkelerinde diplomatika ilmi, İslâm’ın ilk yıllarına kadar uzanan ve bütün İslâm âleminde büyük etkileri olmuş olan, geniş bir edebiyat türü içinde yer almıştır. Yukarda da işaret ettiğimiz gibi; İlm-i inşâ adı da verilen bu ilim dalı en geniş anlamıyla; diplomatika’nın yanında paleografya veya epistolografya’yı da kapsamaktadır.
I-Arab Dilinin Kullanıldığı Ülkelerde İnşâ ve Kitâbet İlmi
Emevî halîfesi Abdülmelik b. Mervân (h.65 - 86 / m.685 -705) devletin tüm yazışmalarında, tırâz ve sikkelerde arapçalaştırma politikasını başlatan ilk halife olmuştur. Fârs inşâ sanatı bölümünde işâret ettiğimiz gibi, daha önce değişik bölgelerde farsça, grekçe ve kıptî dilinde tutulan resmî kayıtlar tamâmen terkedilmiş, arap şekil ve uslûbuna geçilmiştir. Bu geçiş (h.78/697)’den itibâren önce Irak divanlarında başlamış, Suriye ve Mısır divanları, daha sonra da Horasan divanları bunu takip etmiştir. Ve bu divanlarda çalışan çok sayıda zimmînin işine de son verilmiştir. (ed-Dûrî, (1994; s.379-380).
Abbâsîler Emevî dîvân sistemini geliştirip, yaygınlaştırmışlar ve merkezî birbürokratik sistem oluşturmuşlardır.
Abbâsî’lerde kurulan divanlardan birisi de yazışma işleri ile ilgilenen ve doğrudan vezir veya onun görevlendirdiği bir kâtibin kontrolünde olan Dîvânü’r- resâil’dir. Mektuplar ve resmî belgeler, verilen emir doğrultusunda başkâtip tarafından hazırlanır, halîfe veyâ vezir tarafından tasdik (tevki‘ ve alâmet koyma) olunduktan sonra bir sûreti çıkarılır, kaydının yapılıp muhafaza olunması için el- Hizânetü’l-Uzmâ (Osmanlıdaki adı “Hazîne-i Evrâk”) adı verilen devlet arşivine gönderilirdi.
İnşâ ve kitâbet sanatı üzerine yazılan eserler İslâmın ilk yıllarından îtibâren, kâtibler için hazırlanmış arapça el kitabları (inşâ ve kitâbet eserleri) (manuals) İslam diplomatik ilminin temelini oluşturmaktadır ki, bunlardan bir çoğu günümüze kadar ulaşmıştır. Aşağıda örnekleri verilen bu eserlerin bir bölümü, kitabet sanatıyla ilgili teorik bilgiler ve katib sınıfına tavsiye ve nasihatları ihtiva eder. Bir diğer kısmı, tarih ve isim belirtmeden örnek vesika formları içerir. Diğer bir kısmı ise bu iki tür eseri bir araya getirmiştir. Yâni hem pratik ve teorik bilgiler hemde belge örneklerini içerir. Bu inşâ eserleri zamanla hem sayı hem de içerik açısından daha da gelişerek Memlükler döneminde, al-Kalkaşandî’nin Subhü’l-a’şâ fî- sinâ’ati’l-inşâ’ isimli eseri ile ansiklopedi haline ulaşmıştır.
İnşâ ve kitâbet veyâ âdâb kitâbları adı verilen bu eserler, günümüzde diplomatika ilminin konusu olarak kabül edilen hemen her konuyu ele almıştır denilebilir.
Sözkonusu eserleri üç kısım halinde ele alıp inceliyoruz; (İnalcık, 1964; s.678; B.Kütükoğlu,1988; s.169)
Birincisi: İnşa ve kitâbet ilmine yeni başlayanlara âdâb ve erkanı, yazı şekillerini ve yazı malzemelerini öğretmek amacıyla yazılan öğretici eserler, (Formüler mecmualar); Arapça âdâbü’l-kuttâb başlığı altında yazılan kitabların çoğu bu kapsam içerisindedir. Bunları en iyi örneği, Abu Bekr Muhammed b. Yahya es-Sûli (ölm.335=916)’nin Edebü’l -küttab (nşr. Muhammed Behcet ve Mahmud Şükri al-Alusi, Kahire 1341) adlı eseridir. el-Meyhenî’nin Düstûr-i Debîrî (nşr. A.S. Erzi, Ankara 1962), Hasan b. Abdü’l-Mü’min el-Hoyi’nin (Erzi, 1963) eserleri ve Osmanlıca olarak Yahya b. Mehmed’in Menâhicü’l-İnşâ’sı. Tekin (1979) bu guruba dahil olan eserlerdir.
İkincisi: Orjinal veya vesika suretlerini toplayan eserler: (teorik denemeler); Bu tür eserler, inşâ san’atında ustalaşmak ve derinleşmek isteyen katibler için bir “el
kitabı” olarak hazırlanmıştır. Örnek olarak; İbrahim b. Muhammed al-Mudabbir al-Şaybani (al-Risâletü’l -’azrâ’, nşr. Muhammed Kürd-‘Ali, Resâilü’l-bulagâ, Kahire, 1946). (İnalcık,1964; s. 680; Roemer,1952; s.16) Üçüncüsü: Kâtipler için gerekli her çeşit bilgiyi bir arada toplamağa çalışan ansiklopedik veya karma tip eserler; Yukarda açıklanan formüler mecmuaları ve teorik denemeler adını verdiğimiz inşâ eserlerinin ele aldığı konuları kapsamakla birlikte bir kâtibin bilmesi gereken her türlü bilgi bu karma tip eserler içinde yer almaktadır.
Ansiklopedik veya karma tip eserler dediğimiz bu türün en önemli eseri hiç şüphesiz, te’lifi (h.815-1412) yılında tamamlanan Ebu’l-Abbas Ahmed el- Al- Kalkaşandî’nin, Kitâbü Subhi’l-‘Aşâ fî Kitâbeti’l-İnşâ’. (eser, 14 cilt halinde (m.1913-1920) yılları arasında Kahire’de yayınlanmıştır.)
Kullanılan belge çeşitleri
Arapça yazılmış vesikalarda kullanılan genel terimler;
Kitab, vesîka, sakk, sened, huccet, sicil ve zahîr dir.
Bazı terimler zaman zaman birbirlerinin yerine de kullanılmıştır.
İslam’ın ilk yıllarında resmî belgeler genel olarak “kütüb” olarak adlandırılmış, daha sonra “kütübü’l-hâssa” ve “kütübü’l-âmme” şeklinde ikiye ayrılmıştır.
Kağıtların kullanımında mizanpaj kuralları:
Gerek al-Kalkaşandî’de gerekse başka münşeatlarda, söz konusu devirde kullanılan kağıtlar ve kağıt çeşitleri, hangi tür vesikarda ne tür ve hangi ebatda kağıt kullanılacağı konusunda ayrıntılı bilgiler verilmektedir.
Resmî belgelerdeki tevki’ ve alâmetler:
Aslen arapça olan “tevki‘”kelimesi, sözlükte; bir şeyi vâki’ ettirme, mektup ve dilekçenin altına gerekeni yazmak, imza etmek, bir çeşit yazı, bir çeşit yürüyüş, araziye yer yer yağmur yağması gibi anlamlara gelmektedir. Karaman & Topaloğlu (1979, tevki’ maddesi). İslam Devletlerinde bir resmî yazışma ve diplomatika terimi olarak tevki’, zaman zaman birbirinden farklı şekillerde hükümdarın kararı, bunun yazılı sureti, nişan, berat, ferman, hükümdarlara mahsus alâmet, tuğra ve zaman zaman da mühür anlamında kullanılmıştır.
Arapça Belgelerin Diplomatik Unsurları (RÜKÜNLER)
Genel olarak bir arapça resmî belgede şu rükünler yer alır:
Belgelerin Başında Yer Alan İbâreler (fevâtih):
Diplomatika ilminde, resmi yazışmaların “giriş protokolü” denilen bu bölüm, İslam Dünyası belgelerinde “fevâtih” başlığı altında ele alınmıştır. Şu
bölümlerden meydana gelir:
a-Besmele :
“Allah’ın adını anmak” demektir. “tesmiye” terimi de aynı anlamı ifade etmektedir.
Bu yüzden söz konusu rükün Osmanlı Diplomatika’sında “dâvet rüknü”
olarak ifade edilmektedir.
İslam Devletleri’nde ki kullanımda; Besmele, vesikanın başına genellikle ayrı
bir satır halinde müstakil olarak yazılmış, bazan yanına “hamdele” ve “salvele”
cümlelerinin ilave edildiği de olmuştur.
Osmanlı Beratları Kapsamında Diplomatika İlmi veya “İlm-i İnşâ”
b-Unvân ve Elkâb:
Vesikanın kimden kime gönderildiğini belirten bu kısım, özellikle mektuplarda ihmal edilmemiştir. Klişeleşmiş şekliyle “min falân ilâ falân” tabirinde en genel ifadesini bulur. (Kalkaşandi, 1914, c.VI; s.198-204)
c-Hamdele:
Bu terim, “elhamdülillah” yani “hamd Allah’a mahsustur” anlamını ifade etmektedir. Önemli resmî belgelerin başında yer alır.
d-Salvele: Salât ve Selam cümleleri.
Peygambere salât ve selam ifadeleri bazan besmeleden sonra, bazan hamdeleden sonra ve bazan da belgenin sonunda yer alır.
e-Ba’dele-Ba’diye:“emmâ-ba’d” (bundan sonra) anlamındadır. Bu ifade ile birlikte konuya giriş yapılır. Hz. Peygamber’in de kullandığı bu terim, resmî
belgelerin çoğunda yer almıştır. (Kalkaşandi, 1914, c.VI; s.212-227).
Metin Kısmı (mâ-beyne’s-selâmeyn):
Osmanlı vesiklarında “nakil ve iblağ” ve “emir veya hüküm” ve bazan da
“te’kid ve tehdîd” denilen kısımları içine alan metin kısmı, belgenin gövdesini ve esasını oluşturan kısımdır. Konu bu kısımda ele alınır ve açıklanır.
Bitiş Kısmı (hâtime):
Genel olarak tarih, mühür ve imzadan oluşan hâtime bölümü, metne sıhhatlilik kazandıran ve belgenin güvenilirliğini artıran unsurlardır.
Batı diplomatikasında “bitiş protekolü” denilen bu kısmı da Osmanlı
beratları bölümünde örnekleri ile ele alacağız. Ancak bu üç teknik unsurun dışında bazı terim ve klişeler de hâtime kısmı içinde yer almaktadır.
II.Farsçanın Hâkim Olduğu Ülkelerde Diplomatika İlmi
İnşâ eserleri ve belge çeşitleri
Fars inşâ sanatı ve eserleri konusunda en önemli çalışmalardan biri H.R.Roemer’in, Staatsschreiden der Timuridenzeit (Wiesbaden 1952) adlı eseridir. Bu eserin özellikle oldukça geniş olan giriş kısmında Fars inşâ sanatı hakkında kıymetli bilgiler vardır ki, bu tezimizde zaman zaman atıfta bulunulmuştur.
Gazneli Mahmud’un (m.999-1030) Farsça’yı resmî dil kabül etmesiyle birlikte aşağıda örnekleri verilen muhteşem inşâ kitabları oluşturulmuştur ki, bu inşâ kültürü daha sonra türk kültürü ile ortak bir kültür halinde Selçuklular vasıtasıyla Osmanlı inşâ sanatını, modern kullanımı ile “Osmanlı Diplomatikası”
nı büyük oranda etkilemiştir. (Wittek, 1957, WZKM, LIII-LVIII ; İnalcık,1964;
s.672).
İslam Âlemi’nde Fars etkisi özellikle üslûb ve lügavî şekillenmeyi kapsarken, Bizans kültürü biçimsel yönden belirli etkilerde bulunmuştur denilebilir. Bu etkilerin hangi ölçülerde, ne zaman ve nerde daha yoğun olduğu, hangi noktalarda çakıştıkları, başlangıçtaki arap unsurlarıyle nasıl bütünleştikleri derinlemesine araştırılması gereken bir konudur.
Fars inşa edebiyatının beşiği Harezm’dir. Bu sanatın ilk ustası Harezmşah
Atsız’ın (m.1127-1128) meşhur saray şairi Raşîd ad-Dîn Vatvat (ö.1182) dır.
Watwat’ın Arâisü’l-havâtır ve İbkârü’l-efkâr isimli eserleri İran’da neşredilmiştir (Toyserkani 1960). Bir başka önemli eser Münşî Bahaüddin b.Müeyyed el- Bağdâdî’nin 1182/3 sıralarında telif ettiği bu At-tawassul ilâ’t-tarassul. (Roemer,1952; s.5) adlı eseridir.
Farsça diplomatika eserlerinin en önemlilerinden ve en eski tarihlilerinden birisi de h.VI. asrın başlarında (m.12. asır) yazıldığı tahmin olunan Destûr-i Debîrî’ (Süleymâniye ktb., Fâtih , nr. 4074, vr.51a-100b) dir.
Selçuklu döneminde (h.717-727) tarihleri arasında yazılmış olan en önemli
farsça münşeâtlardan birisi de Takârîrü’l-Manâsıb. (Turan,1988; s.XIV-XV) dır.
Farsça beratların diplomatika unsurları ve osmanlı beratları ile mukâyesesi
Reşidüddin Watwat’a baktığımızda XII ve XIII.yy.da Fârisî bir beratın diplomatik unsurları şu şekilde olduğunu görürüz: (Toyserkani, 1960; s.90-91).
a) Mukaddemât bölümü:
Tayin yapılan makamın din ve dünya bakımından kadir ve kıymetinin belirtildiği genellikle “çün..” kelimesi ile başlayan kısımdır. Beratın önem ve çeşidine göre uzun (Tekarir, ves. 3, 5, 21 vd.) veya daha kısa olabilir veya bazen tamamen terkedilebilir (Tekarir, ves.11,15,17) bu durumda doğrudan tayin veya tevcih yapılacak şahsın isim ve evsâfı belirtilir.
b) Kendisine görev verilen şahsın bu işe layık olduğunu gösteren sıfatlarının belirtilmesi.
c) Görev tevcihi bölümü.
d) Verilen yetki, imtiyaz ve görevlerin belirtilmesi.
Osmanlı beratlarında emir/hüküm rüknü içinde yer alan bu bölümün beratın konu ve çeşidine göre belli klişeleri vardır. “tâ” veya “kî” eki ile bu kısma giriş yapılır ki, bu Osmanlı beratlarında da kullanılan yapıdır (Wittek,1957; LVIII).
Burada görev sahibi, diğer deyişle berât sahibinin yapacağı işler, sorumluluk alanı, hakları vs. görevi ile ilgili bilgiler verilir. f)Te’yid ve te’kid bölümü:
Vesikanın sıhhatine dikkat çeken formül veye formüllerden oluşur.
En çok kullanılan klişe, Ve i‘timâd ber tevki‘ gonend (Turan, 1988; ves. 30-32) (tevki‘e i‘timat kılalar) vb. şeklindedir. Bu cümlenin Osmanlı vesikalarında en çok kullanılan kalıbı Alâmet-i şerîfe i‘timad kılalar biçimindedir.
Üçüncü Bölüm
OSMANLI DİPLOMATİKA İLMİ, DOĞUŞU ve GELİŞİMİ
Osmanılı öncesi İslam Devletleri diplomatikası bölümünde geniş olarak değindiğimiz gibi, Asr-ı Saadet’ten itibaren, özellikle yabancı ülkelerle yapılacak resmî yazışma usülleri ve tekniklerinde dikkat edilmesi gereken kurallara büyük
bir özen gösterilmiş, bu amaçla da pek çok sayıda inşã ve kitãbet eserleri oluşturulmuştur ki, bunların herbiri birer diplomatika eseridir.
Aşağıda örneklerini verdiğimiz gibi, yazışma kural ve tekniklerini uygulamadaki bu titizlik, bir gelenek olarak, diğer islam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı’ya da intikal etmiş, ancak, İlhanlı, Fars ve Arab diplomatikasının etkisiyle kendine has bir şekil ve hüviyet almıştır.
İstanbul’un fethinden sonra, Latin diplomatikası ile de karşılıklı bir etkileşim olduğunu, özellikle vesika rükün ve çeşitlerini incelerken daha açık olarak görüyoruz. Sözkonusu dönemde Osmanlı bürokrasisinde, evrak ve defter kullanma sistemlerinde önemli gelişmeler olmuştur. Tacizãde ve bilhassa Celãlzãde Mustafa Çelebi’nin açtıkları yol, daha sonra Okcuzãde ve Ramazanzãde gibi münşiler tarafından da devam ettirilmiş ve Tanzimat’a kadar etkisini devam ettiren bir ekol olmuştur.
Osmanlı diplomatikasının ele alınıp incelenmesi yolunda, yapılan ilk çalışmalar, batılı araştırmacılar tarafından, 17. yüzyıldan itibaren, ihtiyaca binaen, bazı osmanlıca resmî belgelerin yayınlanması şeklinde, tamamen pratik amaçlarla başlatılmış, zaman içerisinde bu yayınların sayısı artarak fazlalaşmıştır.
Osmanlı belgelerine verilen bu önem, çok geçmeden bazı Osmanlı aydınlarının da dikkatini çekmiş, özellikle son yıllarda bu konuda ihmalkãr davrandıklarını, selefin büyük itina gösterdiği belge ve arşivlere gereken özenin gösterilmediğini itiraf etmişler, telafi yolunu seçmişlerdir. (Kütükoğlu, 1994; s. 8-9).
II. Meşrutiyyet’ten bir yıl sonra kurulan Tarih-i Osmanî Encümeni’nin neşir organı olan ve 1914 yılında yayınlanmağa başlanan Tarih-i Osmânî Encümeni
Mecmuâsı (TOEM) ile birlikte, belge yayınlama devri başlatılarak, Osmanlı Diplomatika İlmi’nin temelleri atılmıştır.
20. yüzyıl başlarından itibaren de Avrupa diplomatikasının da etkisi ile, “Osmanlı diplomatikası” adıyla ayrı bir bilim dalı haline gelmiştir. Bu nedenle Osmanlı diplomatikasını iki ana devre halinde ele alınmalıdır:
Birinci devre: Osmanlı Münşeâtları, Kitabet-i Resmiyye
Geniş bir listesi bibliyografyada verilen Osmanlı inşâ’ eserleri, diğer bir ifade ile Osmanlı münşeâtları birer diplomatika eseri kabül edilmelidir. Bu tür eserler, genel olarak, tanzimattan sonra Kitãbet-i Resmiyye adını almış, uzmanlarına da münşî yerine kãtib denmeye başlanmıştır. bazan da münşeat ve kitabet şeklinde her ikisi birlikte kullanılmıştır. (M.İpşirli, 1986; s.1-8). Bu tür eserlerin en önemli ve en kapsamlısı, II. Selim ve III. Murad’ın nişancılık hizmetinde bulunmuş olan Feridun Ahmed Bey (ö. 1583) ‘in, 982=1575 tarihinde Sultan III. Murad’a sunduğu Münşeâti’s-Selatin adlı
derlemesidir. Söz konusu bu eser üzerinde bir çok tarihçi tarafından önemle durulmuş, Feridun’undan sonraki ilaveler dışında, özellikle Osmanlının ilk dönemlerine ait bir çok vesikanın bizzat müellif tarafından düzenlendiği (intihal ve tasni’ olunduğu) iddia olunmuş ve bu iddialar delillendirilmeye çalışılmıştır. (Kraelitz,1916; s.242).
Feridun’un eserinden sonra bir önemli münşeât da Reisülküttab Sarı Abdullah Efendi(ö.1071=1660)’nin 128 parça vesikayı ihtiva eden münşeâtıdır. (Erzi, 1950; s.631-647).
Deneme ve derleme türü münşeatlara örnek olarak da: En eski tarihli münşeât Ahmed ed-Dai’nin Teressül isimli eseridir. (Manisa Muradiye, nr.1856/3, vrk.113-121) de kayıtlıdır (Ateş, 1948; s.3-4; Ertaylan, 1952; s.325- 328). Ancak elimizdeki derli toplu en eski Osmanlıca münşeât Kırım’lı Hafız
Hüsam’ın Teressül adlı münşeâtıdır. Şinasi Tekin tarafından Menahicü’l-İnşa’. The Earliest Ottoman Chancery Manuel by Yahya bin Mehmed el-Katib from the 15th Century başlığı ile (Roxbury, Mass. 1971) de yayınlanan münşeât mecmuasından 50 yıl kadar önce istinsah olunan Kırımlı Hafız Hüsam’ın bu münşeâtına dipnotta da belirtildiği gibi yine aynı müellif dikkat çekmektedir. (Tekin, 1971; s.283).
İkinci devre: Modern Anlamda Osmanlı Diplomatikası
Bu devir de kendi içerisinde; Belge yayınları, Osmanlı arşiv ve tasnif çalışmaları ve Cumhuriyet dönemi arşiv çalışmaları şeklinde iki ana başlık halinde ele alınmalıdır:
Belge yayınları, Osmanlı arşivi ve tasnif çalışmaları
Münşeât eserleri geleneğinin dışında, Osmanlı’da ilmî ilk diplomatika çalışmaları tasnif çalışmaları ile birlikte belge neşri şeklinde başlamıştır. Bu nedenle öncelikle arşivlerin kurulması ve korunması üzerinde durulmuştur.
II.Meşrûtiyet’in ilanından ve özellikle Abdurrahman Şeref Bey’in vak‘anüvisliğe tayini ve 1909’da Târîh-i Osmânî Encümeni’nin kurulmasını takiben osmanlı vesiklarını koruma ve inceleme maksadıyla ciddi çalışmalar başlatılır. Bu kuruluşun yayın organı olan TOEM’de yayınlanan A.Şeref ve Musa Kâzım’ın makaleleri (Cilt 1, sayı 1 ve 2) Osmanlı diplomatikasını ele alan ilk çalışmalar olarak kabül edilir. (Kütükoğlu,1994; s.7). Daha sonra, yoğun bir şekilde belge yayınlama devri başlar ve devam eder.
Avrupalı ilim adamları tarafından Osmanlı belgeleri üzerinde ilk çalışmalar esas olarak, XIX. yy.ın ortalarında başlamıştır. XX. Yüzyılın başlarına kadar genelde Macar, Romen ve kısmen de Avusturyalı araştırmacılar tarafından yapılan bu çalışmalar diğer ilim adamlarının da dikkatini çekmiştir.
Bu amaçla hazırlanan ilk eser , F. Kraelitz’in XV. Yüzyılın İkinci Yarısında
Türkçe Yazılmış Osmanlı Belgeleri (Viyana, 1921) adlı çalışmasıdır. Bu eserle ilk defâ Osmanlı belgeleri diplomatik yönden kritiğe tâbi tutulmuş, Avrupa belgeleri ile kıyaslanarak diplomatik unsurlar (rükünler) bakımından benzerliklere dikkat çekilmiş, Osmanlı diplomatiği üzerinde Avrupa diplomatiğinin etkisi olabileceği iddiâ olunmuştur.
Cumhuriyet döneminde diplomatika çalışmaları ve arşivler
Yukarda da belirttiğimiz gibi cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı Arşivi tasnif çalışmaları ile birlikte diplomatika çalışmalarına da gereken önem verilememiştir. 1925 yılında tasnif çalışmaları Hazîne-i Evrak (Osmanlı Arşivi) ın sınırlı sayıdaki personeline ve Maârif Vekâleti tarafından görevlendirilen kişilere bırakılmıştır.
1928 yılında Ahmet Refik (Altınay) Babıali arşivinde bulunan belgelerin yayınlanmasında sistemli ve planlı bir çalışma yapılması gereği üzerinde durmuş,
Osmanlı devletinin yabancı ülkelerle ilişkilerine ait kaynakların, her birinin kendine has özelliği olduğu için, ayrı olarak neşredilmesini teklif etmiştir (TTEM, 1928). Maalesef bu teklif kabül edilmemiş ve arşivlerin yeniden yapılanması konusunda herhangi bir adım atılmamıştır. (Reychman & Zajaczkowski,1968; s. 26-27).
Bu yılları takiben tasnif çalışmalarında ciddi bir duraklama hatta gerileme olduğunu görüyoruz. Nitekim, İstanbul Defterdarlığı Maliye Arşivi evrakının bir bölümü, 1931 yılı Mayıs ayında, kuru ot ve paçavra fiatına, okkası üç kuruş on paraya Bulgaristan’a satılmıştır. Kıymet biçilemez bu tarihi belgeler ot balyaları gibi çemberlenip, vagonlarla Bulgaristan’a gönderilirken, bu durum Son Posta Gazetesi yazarlarından İbrahim Hakkı (Konyalı) tarafından tesbit edilir, bizzat ilgili makamlara başvurarak bu satışın durdurulmasını talep eder ancak başarılı
olamaz.
Daha sonra Muallim (Mehmed) Cevdet (İnançalp) olayın takipçisi olmuş, nihayet hükûmetin emri ile satış durdurulmuş, gönderilen evrak geri istenmiş, ancak Bulgaristan evrakın küçük bir kısmını iade etmiştir (Bulgaristandaki Osmanlı Evrakı, D.A.Genel Müdürlüğü, 1994). Olaya sebep olanlar hakkında soruşturma açılmış, fakat çıkarılan genel af nedeniyle olayın müsebbibleri cezalandırılmaktan kurtulmuşlardır (Bulgaristan’a Satılan Evrak..D.A.Genel Müd.Yayını, 1993).
8 Ekim 1932 tarihli İcrâ Vekilleri Heyeti kararı ile Muallim Cevdet’in başkanlığında yeni bir tasnif heyeti oluşturulmuştur. M.Cevdet’in 1935’te istifasına rağmen 1937’ye kadar çalışmalarını devam ettiren bu heyet, “Cevdet Tasnifi” adı verilen yeni yazı ile hazırlanmış otuz dört ciltlik bir katalog hazırlamıştır. Bu tasnifde de İbnülemin Tasnifi’nde olduğu gibi, belgeler belli ana konulara ayrılmış, 218.833 adet belge on yedi bölüm halinde sınıflandırılmıştır.
Modern arşiv tasnif tekniklerini uygulamak, Türkiye’deki arşiv meselelerine çözüm bulmak ve yol göstermek amacı ile 1935’de Macar arşiv uzmanı ve osmanlı tarihçisi Dr. Lajos Fekete resmen Türkiye’ye davet edilmiştir. Fekete
1936-37 yıllarında Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde örnek bir tasnif sitemi olan, modern arşiv tasnif usüllerinden provenance sistemini, (yani belgelerin işlem gördükleri tarihteki aslî düzeni içinde fonların parçalanmadan korunup tasnif edilmesi) uygulamıştır.
Diğer taraftan, Topkapı sarayı’nda da ayrı bir saray arşivi kurulur ve tasnif çalışmalarına başlanır. 1938-40 yıllarında konu üzerine düzenlenmiş, alfabetik bir katoloğun ilk iki fasikülü yayınlanır. Aynı tarihlerde Vakıflar Genel Müdürlüğü’de vakıflar arşivinden belge yayınlamağa başlar. M.Yazır, Eski Yazıları Okuma Anahtarı, (İstanbul 1942) isimli eserinde evkaf arşivinden belge örnekleri verir.
Osmanlı Arşivi’nin kuruluş tarihi kabül edilen 1846 yılından 1986 yılına kadar sürdürülen tasnif çalışmaları daima az sayıda, sınırlı bütçe ve imkanlarla çalışan elemanlar tarafından yürütülmüştür. 1984 yılından itibaren Nejat Göyünç, H. İnalcık ve bir kısım Osmanlı tarihçilerinin öncülüğü ile Türk arşivciliğinde yeni bir hamle başlatılmış, İstanbul vakıflar Başmüdürlüğü’nün 30 Mart 1985’teki “Arşivcilik ve Dokümantasyon
Paneli” ve Türk Arap Kültür İlişkileri Vakfı’nın 17-19 Mayıs 1985’te düzenlediği “Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları Sempozyumu” ile arşiv ve dolayısı ile Osmanlı diplomatikası konusu tekrar gündeme getirilmiştir.
Geniş bibliyografyasının yanında Osmanlı diplomatikası ile birlikte Arab ve
Fars dillerinde yazılmış çalışmaları da ele alan en önemli eserlerden birisi de Polanyalı ilim adamları A. Zajackowski ile J. Reychman’ın hazırladığı Osmanlı- Türk Diplomatikası El kitâbı (Orjinal adı; Zarys dyplomatyki osmansko-tueckiej.), (İngilizce tercümesi; Handbook of Ottoman-Türkich Diplomatics, The Hague-Paris, 1968) adıyla 1955 yılında Varşova’da yayınlanmıştır.
Özellikle Osmanlı diplomatiği konusunda çalışma yapan diğer ilim adamlarını sıralamak gerekirse; Bulgar Boris Nedkov; Osmanotursca Diplomatika i Paleografia (Sofya 1966) adlı eseriyle, Nedkov’dan sonra onun talebesi Bulgar Asparuh Velkov özellikle mâliye belgeleri üzerinde çalışmıştır.
Osmanlı Diplomatikası ve Paleografyası’nın doğuşu ve gelişim tarihi ile ilgili önemli bir eser de Valery Stojanov’un, Die Entstehung und Entwicklung der osmanisch-türkischen Paleographie und Diplomatik, Klaus Schwarz Verlag,
Untersuchungen, Band 76, Berlin 1983. adlı çalışmasıdır.
Çeşitli kütüphane ve arşivlerde Osmanlı belgeleri le ilgili kitap, katalog ve süreli yayınların da dökümünü veren Stojanov’un bu çalışmasıyla alakalı geniş bir tanıtım ve değerlendirme A. İbrahim Savaş tarafından yapılmıştır.
Osmanlı diplomatikasına emek veren tarihçilerimizden birisi de Halil İnalcık’tır. Osmanlı Araştırmaları Dergisi’de yayınlanan, “Osmanlı Bürokrasisinde
Aklâm ve Muâmelât” ,O.A. I (1980), 1-14., “Şikâyet Hakkı: ‘Arz-ı Hâl ve ‘Arz-ı Mahzarlar” O.A. VII-VIII (1988), 33-54. isimli makaleleri ile Osmanlı bürokrasisinin işleyiş şeklini ele almıştır.
Daha öncede belirttiğimiz gibi Prof. M.Tayyib Gökbilgin hem diplomatika konusundaki araştırmaları hem de bu ilmin üniversitelerde ayrı bir ders olarak okutulmasını gerçekleştirdiği, ve bu alanda ilk türkçe eseri hazırladığından,
Osmanlı diplomatika ilminin öncüleri arasında yer almıştır.
Osmanlı diplomatikası konusunda en geniş ve kapsamlı çalışma, Prof. M. S. Kütükoğlu tarafından yapılmıştır. Hocamız, konuyla ilgili yayınladığı bir çok makaleye ek olarak oldukça hacimli bir diplomatika kitabı yayınlamıştır.
Osmanlı diplomatikasının hemen bütün konuları detaylarıyla ele alınmış, bol örneklerle izah olunmuş ve ansiklopedik bir eser olan Osmanlı Belgelerinin Dili- Diplomatik (İstanbul 1994) ortaya çıkarılmıştır.
Özellikle, Osmanlı maliyesi ile ilgili olup, siyakat yazısı ile yazılmış belgelerin
okunması ve diplomatika açısından tahlilini sağlama noktasında Doç. Dr. Sait Öztürk’ün kaleme aldığı Osmanlı Arşiv Belgelerinde Siyakat Yazısı ve Tarihi Gelişimi (İstanbul 1996) adlı eser de alanında ciddî bir boşluğu doldurmuştur.
Doç.Dr. Ali Akyıldız, başta Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında
Reform (İstanbul 1993) adlı eseri ile devrin bürokrasisini daha iyi anlama bağlamında katgılarda bulunurken diğer taraftan, Tanzimat sonrası osmanlı diplomatikası ile ilgili çeşitli makaleler yayınlamıştır.
Dördüncü bölüm
OSMANLI DİPLOMATİKASINDA BERÂTLAR
Berat; arapça “Berae -Berâet” kelimesinin türkçeleşmiş şeklidir. Berâet ise b- ra-e’ fiilinden türemiş bir mastardır.
Berâtın Tarifi ve Düzenleniş Sebebi
Genel olarak berât: Şahıs veya hükmî şahıslara, bir yetki veya imtiyaz sağlayan veya devlete ait mallar üzerinde tasarruf veya mülkiyyet hakkı te’sis eden ve bu ayrıcalıkları üçüncü şahıslar karşısında tasdik ve emreden sultânî hükümlerdir.
Berâtların Rükün ve Şartları:
Bir belgenin içeriği ve taşıdığı özellikler, o belgenin çeşidi, konusu, muhâtabı ve yazıldığı tarihle ilgilidir. Bununla birlikte genel olarak incelendiğinde, gerek Osmanlı ve öncesi gerekse muasırı olan Avrupa devletlerinin vesikalarında da temel olarak birbirine benzer diplomatik unsurların bulunduğunu görüyoruz. (Babinger,1925; s.163)
Genel olarak belgeler esâsen iki ana bölümden oluşmaktadır:
1.Protoköl (giriş ve bitiş protokolü),
2.Metin kısmı.
Bu iki bölümde kendi içinde çeşitli kısımlara ayrılmıştır ki inşâ eserlerinde bu bölümlere “erkân” adı verilir:
Osmanlı diplomatikasında tüm rükün ve şartları, sultânî vesikalar içinde eksiksiz taşıyan “nâme-i hümâyûn” adı verilen padişah mektuplarıdır.
Fermânlar, nâmelerden farklı olarak pâdişâh ünvanı formülü ile başlamazlar. Berâtlar da esas olarak pâdişâh ünvanı ile başlamadıkları gibi fermânların başlangıcında yer alan “elkâb” ve “duâ” rükünlerini “nakil” kısmı içinde taşırlar. (Genç, 1988; 123)
Diplomatik kurallara titizlikle uyulan diğer resmî belgelerde olduğu gibi, beratlarda da tahrîfâtı önlemek amacıyla âharsız kağıt kullanılmıştır. Kağıt cinsleri ise beratın ve konusuna göre değişiklik göstermektedir. Tezhibli olan berât ve fermanların ebadı ise oldukça büyük tutulmuştur. (Baybura & Altındağ, 1988; s.153 vd.)
Berât Metinleri Üzerindeki Diplomatik İşlemler a) Hatt-ı hümâyunlar veya padişah onayı
Hatt-ı hümâyûn, kısaca padişahların el yazısına denmektedir.
Önemli bazı beratlarda tuğranın yanında veya üstünde, padişahın tasdîkini gösteren “mûcebince amel oluna”, “berât-ı şerîfim mûcebince amel oluna” şeklinde yazılan hükümdarın şahsî yazısına yani hatt-ı hümâyûnuna rastlıyoruz.
Osmanlı diplomatiğinde bu tür beratlara “hatt-ı hümayunla muvaşşah berât” adı
verilmiştir. (Pakalın,1972; s.I,155)
Bu şekilde bir ibâre, padişahın berata olan ilgisini göstermesi açısından berât sahibi için son derece gurur verici ve önemli bir olaydır. Bu nedenle beratlarında
hatt-ı hümâyûn bulunanlar, bunun nişân defterlerindeki sûretlerine de işlenmesini isterlerdi.
b) Derkenârlar
Ölüm veya ferâgat gibi sebeblerle yeniden tevcih yapılmak gerektiğinde daha önce de belirttiğimiz gibi beratla ilgili defter kayıtlarına mürâcaat olunur ve bilgiler iâde olunan eski berata işlenirdi.
sonuç
“Şahıs veya hükmî şahıslara, bir yetki veya imtiyaz sağlayan veya devlete ait mallar üzerinde tasarruf veya mülkiyyet hakkı te’sis eden ve bu ayrıcalıkları üçüncü şahıslar karşısında tasdik ve emreden sultânî hükümler” şeklinde tarif ettiğimiz berat; batı dillerindeki diplomatika teriminin türetildiği “diploma” nın bir karşılığı olarak; Osmanlı Tarihi, Osmanlı Paleografisi ve Diplomatikası’nın dışında, sanat tarihinden müesseler tarihine dek bir çok ilim dalı açısından birinci derecede önemli bir belge türüdür.
J. F. Hammer, XVIII. Asır Osmanlı İmparatorluğu Devlet Teşkilâtı’ndan bahsettiği makalesinde beratları, yazı çeşitleri ve düzeni, şekilsel özellikleri ve içeriği açısından ele alıp; “Avrupanın devlet kançılaryasının bütün zerâfetini arkada bırakacak derecede mükemmeldir” (Hammer, 1941; s. 575) derken
İtalyan Türkolog Prof.Dr. Alissio Bombaci ve Alman Sanat tarihçisi Prof. Dr.Ernst Köhnel, beratların tuğraları üzerinde çalışmış ve tuğralarda yer alan tezhîb ve tezyîn sanatı hakkında yayınlar yapmış ve tuğraların sadece diplomatikayı değil sanat tarihini de yakından ilgilendirdiğini belirtmiştir.
(Bayramoğlu, 1976; s.30)
Beratlar; devletin en yüksek makamı olan vezâretten küçük bir vakıftaki kapıcılık görevine, devlete âit bir işletmeden küçük bir toprak parçasının tasarrufuna kadar bir çok alanda tevcih olunan vesikalar olduğu için, Osmanlı diplomatikası, resmi ve sivil, idarî veya kazâî bütün teşkilatla da yakından ilgilidir.
Kısaca belirtmek gerekirse;
Biz Osmanlı beratları kapsamında diplomatika konusunu incelemekle, Osmanlı ilmi-i inşa veya münşeat geleneğine ek olarak; devletin iktisâdî, idârî ve sosyal kurumlarının yazışma teknikleri yanında, diğer devlet ve toplumlarla olan ilişkilerine de el atmış, osmanlı diplomatikasının en mükemmel vesika formu üzerinde, devlet bürokrasisinin işleyişini görmüş oluyoruz.
Kaynaklar
Arsebük, Esat,(1938) Medenî Hukuk, Ankara
Âşıkpaşazâde, (1332), Tevârih-i Âl-i Osman, (Ali Bey neşri), İstanbul
Ateş, A., (1948) "Burdur-Antalya ve Havalisi Kütübhanelerinde Bulunan
Türkçe, Arapça ve Farsça Bazı Mühim Eserler", TDED, II/ 3-4
Baybura, İ.K. & Ü.Altındağ, (1988) Topkapı Sarayı Osmanlı Saray Arşivi
Kataloğu, Hükümler- Beratlar, Ankara
Osmanlı Beratları Kapsamında Diplomatika İlmi veya “İlm-i İnşâ”
Bayramoğlu, Fuat, (1976)“Tezhibli ve Pâdişah Onaylı Fermanlar”, Kültür ve
San‘at, c.II, İstanbul
Binark, İ., (1979) Arşiv ve Arşivcilik Bibliyografyası (Türkçe ve yabancı
dillerde yayınlanmış kaynaklar) Ankara: Başbakanlık Basımevi
Björkman, W., (1965) “Diplomatic-Classical Arabic”, Encyclopedia of Islam2
Bulgaristan'a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşiv Çalışmaları, (1993) Devlet Arşivleri Genel Müd., Ankara
Bulgaristan'daki Osmanlı Evrakı, (1994) Ankara: Devlet Arşivleri Genel Müd.yay.
Bulgaristan'a Satılan Evrak ve Cumhuriyyet Dönemi Çalışmaları, (1993) Ankara: Devlet Arşivleri Gen.Müd.yay.
“Diplomatik”, (1969), M. Larousse, III, İstanbul
Dûrî, A., (1999) “Dîvân”, İstanbul: Diyanet İslam Ansiklopedisi
Ertaylan, İ.H. (1952) Ahmed-i Da'i Hayatı ve Eserleri, İstanbul:
Erzi, A.S., (neşr) (1963), Hasan b. A. el-Hoyi, Gunyetü'l-Katib ve Münyetü't- Talib,; Rüsûmu'r-Resâil ve Nücûmu'l-Fezâil, Ankara: İlahiyat Fakültesi Yayınları
Erzi, A.S. (1950) "Türkiye Kütübhanelerinden Notlar ve Vesikalar-Sarı
Abdullah Efendi Münşeâtı'nın Tavsifi", Belleten, XIV, Ankara: TTK
Genç, Y.İ., (1988) “Osmanlılarda Beratlar”, İst.Ünv. Y.Lisans Tezi, İstanbul
Giry, A., (1925) Manuel de Diplomatique, Paris
Gökbilgin, T., (1979) Osmanlı İmparatorluğu Medeniyet Tarihi Çerçevesinde
osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul
Guboğlu, M., (1958) Paleografia şı Dıplomatıca Turco- Osmana şı Album,
Romaine
Hammer, Josef V., (1941) (terc.Halit İlteber) “XVIII.Asırda Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Teşkilâtı ve Bâb-ı Âlî”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuâsı, VII/ 1-4, İstanbul
Hoca Saâdeddin Efendi, (1279) Tâcü’t-Tevârîh, İstanbul
İnalcık, H.,(1946) “Bursa Şeriye Sicillerinde Fatih.S.Mehmed’in Fermanları”,
Belleten, XI, Ankara:TTK
İnalcık, H., (1964) "Reis-ül-küttab", İslam Ansiklopedisi, IX, Ankara: MEB
İnalcık, H.,(1954) Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, Ankara: TTK
İnalcık,H. & Anhegger, R.,(1956) Kanunname-i Sultânî, Ankara:TTK
İpşirli, M., (1992) “Bitikçi”, İstanbul: DİA
Karaman, H., & Topaloğlu, B., (1979) Arapça -Türkçe Yeni Kâmûs, İstanbul
Kâzım, M., (1329) “Vesâik-i Tarihiyyemiz”, İstanbul: TOEM
Kraelitz, F., (1921) Osmanische Urkunden in türkischer Sprache aus der zweiten
Halfte des 15. Jahrunderts, Viyana
Kraelitz, F., (1332) "İlk Osmanlı Padişahlarının İsdar Etmiş Oldukları Bazı
Beratlar", V/28 (1332), İstanbul:TOEM
Kütükoğlu, M., (1994) Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul
Kütükoğlu, M., (1994) “Diplomatik”, IX , İstanbul: DİA
Kütükoğlu, B., (1986) "Münşeât Mecmualarının Osmanlı Diplomatiğii
Bakımından Ehemmiyeti" (Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri- Bildiriler 30 Nisan-2 Mayıs 1986, İstanbul: İstanbul Ünv.Yay.
Liddel, H.G. & Scott, R (1968) A Greek-English Dictionary, Oxford
Macar Asıllı Türk Tarihçisi ve Arşivist Lajos Fekete'nin Arşivciliğimizdeki Yeri,
(1994), Ankara: Devlet Arşivleri Gen.Müd.Yayınları
Mansuroğlu, M., (1972) “Bitikçi”, Ankara: İA
Nedkov, Boris (1966) Osmanoturska Diplomatika i Paleografiya, I, Sofia
Osmanlı Fermanları (Ottoman Fermans),(1983), İstanbul: Devlet Arşivleri Yayını
Osmanlı-Türkçe Büyük Lügat, (haz. Heyet), Türdav, İstanbul 1981, I, s.822. Öz, T., (1949) Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu, İstanbul
Öz, T., (1950) "Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde Fatih II.Sultan Mehmet'e
Ait Belgeler", Belleten, 14, Ankara
Pakalın, M.Z., (1972) Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul
Refik, A., (1930) Hicrî 12. Asırda İstanbul Hayâtı (1100-1200), İstanbul
Rasim, A., (1309) Hazine-i Mekatib veya Mükemmel Münşeat, İstanbul
Reychman, J., & Zajaczkowski, A., (1955) Zarys dyplomatyki osmansko-tureckiej, Warsaw, İngilizceye tercümesi; Andrew S. Ehrenkreutz, Handbook of Ottoman- Turkish Diplomatics, Paris 1968. Eser, Devlet Arşivleri Genel Müdürlü tarafından
da Osmanlı-Türk Diplomatikası El Kitabı adıyla türkçeye tercüme edilmiştir, (İstanbul 1993).
Savaş, A.İ., (Temmuz 1995) “Valery Stajanov’un ‘Osmanlı Diplomatikası ve
Paleografyasının Doğuşu ve Gelişimi’ Adlı Eseri Hakkında Bir İnceleme”,
İstanbul:Toplumsal Tarih
Selaniki, (1281) Tarih, İstanbul
Stajanov, V., (1983) Die Entstehung und Entwicklung der osmanisch-türkischen
Paleographie und Diplomatik, Klaus Schwarz Verlag, Untersuchungen, Band 76, Berlin
Şeref, A., (1329) “Evrâk-ı Atîka ve Vesâik-i Târihiyyemiz”, İstanbul: TOEM Tekin, Ş., (neşr.) (1971)Yahya b. Muhammed el-Katib, Menahicü'l-İnşâ,
Roxbury: Community Art Workshop.
Toyserkani, K., (neşr) (1960) Nâmehâ-i Reşidüddin Watwat, Tahran
Turan, O., (1988) Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, -Metin, Tercüme ve Araştırmalar- Ankara: TTK
Uzunçarşılı, İ.H.,(1941)“Tuğra ve Pençeler ile Ferman ve Buyruldulara
Dair”, Belleten, XVII-XVIII, Ankara: TTK
Uzunçarşılı, İ.H., (1941) “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi”, Belleten,V,Sayı 19, Ankara: TTK
Uzunçarşılı, İ.H.,(1939) “Osmanlı Hükümdarı Çelebi Mehmet Tarafından
Verilmiş Bir Temlikname ve Sasa Bey Ailesi, Belleten, III/11-12, Ankara 1939
Wittek, P., (1957) “Zu einigen frühosmanischen Urkunden” , WZKM, LIII- LVIII.
http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/articles/2008/20/NGOK.PDF
veya “İLM-İ İNŞÂ”
Nejdet GÖK*
* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi
ÖZET
İslam devletlerinde ilm-i inşâ adı verilen ve kısaca “vesîka ilmi” şeklinde ifade edebileceğimiz bu ilim, “Diplomatika” (İng. Diplomatics ) adıyla 17. Yüzyıdan itibaren batıda bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. Biz bu çalışmamızda öncelikle, diplomatika ilminin ortaçağ batı âleminde ve latin kültüründe ortaya çıkışı, gelişimi ve kullanılan resmî belgelerin rükün ve şartlarını ele aldık.İslam dünyasındaki diplomatika çalışmalarını ayrı ayrı tesbit ettik. Yine bu bölümler içinde bir tür diplomatika eseri olan inşâ eserleri üzerinde durduk. Bu alanlarda ortaya konmuş önemli eserleri ve İslam ülkelerinde kullanılan vesîka türleri ve diplomatika unsurlarını örnekleri ile belirttik. Osmanlı diplomatikası konusunu, münşeat geleneği ve modern anlamda diplomatika çalışmaları şeklinde iki başlık altında ele aldık. Bu arada diplomatikanın kaynağı olan arşivler üzerinde durduk. Son bölümde ise; Berat formunu ele aldık. Padişah adına hazırlanan beratın, Osmanlı diplomatikasındaki önemine işaret ettik.
Anahtar kelimeler: Osmanlı, diplomatika, İlm-i inşa, münşeât, berat, arşiv
ABSTRACT
This research field, which was namely “ı’lm al- inshâ”, which in short, we could refer to as “knowledge of documents” in Islamic civilizations, later on, became an independent research field known as “Diplomatics” in the West by the 17th century. In our research, we first examined the emerging and advance of diplomatics in the medieval Western and Latin civilizations as well as the requirements of legal documents. Next, we investigated the diplomatic studies in the Islamic countries. Under these categories, we emphasized the inshâ documents, which are types of diplomatic documents. We pointed out the prominent works in the field and the types of documents and diplomatic elements used in the Islamic states with examples. We examined the subject of Ottoman diplomatics under two subtitles consisting of traditional scriptures and modern diplomatic studies.We also investigated the archives, which are the sources of diplomatics, In the last section, we studied “Berat” document, We drew attention to the importance of Berat, which is prepared under the name of the Sultan.
Keywords: Ottoman, diplomatics, ı’lm al-inshâ, munshaât, berat, archive
İslam geleneğinde kısaca, ilm-i inşâ veya fenn-i kitâbet adı verilen diplomatika, en kısa tanımıyla “vesîka veya belge ilmi” şeklinde ifade olunabilir. “Diplomatika” (İng. diplomatics; Fr. diplomatique; Alm. Diplomatic, Urkundenlehre) adıyla 17. Yüzyıdan itibaren batıda, diplomasiden ayrı, bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. Biz bu yazımızın giriş kısmında, diplomatikanın Ortaçağ batı âleminde ve latin kültüründe ortaya çıkışı, gelişimini ve kullanılan resmî belgelerin rükün ve şartlarını ele aldık. Daha sonra İslam dünyasındaki diplomatika çalışmalarını; Arab, Fars ve Türk dilinin hakim olduğu ülkeler başlıkları altında örnekleriyle ayrı ayrı inceledik. İslam diplomasisinde bir tür diplomatika eseri olan inşâ eserleri ve en geniş anlamı ile inşâ ve kitâbet san‘atı
üzerinde durduk. Bu alanlarda ortaya konmuş önemli eserleri ve Ortaçağ İslam ülkelerinde kullanılan vesîka türleri ve diplomatika unsurlarını örnekleri ile belirttik.
Osmanlı diplomatikası , münşeat geleneği ve modern anlamda diplomatika çalışmaları şeklinde iki ana başlık altında ele alındı. Bunu da kendi içinde, yurt içi ve dışında yapılan çalışmalar olarak gruplandırmaya çalıştık. Bu arada diplomatikanın ana kaynağı olan arşivler üzerinde durduk. Son bölümde ise; Osmanlı bürokrasisinde hazırlanan “en mükemmel vesika formu” olan Berat konusunu ve Osmanlı diplomatikasındaki yerini inceledik, çeşitleri, beralatla ilgili suçlar vs. üzerinde durduk.
Birinci Bölüm
LATİN KÜLTÜRÜNÜN HÂKİM OLDUĞU ÜLKELERDE DİPLOMATİKA
“Özellikle hukûkî ve idârî önem taşıyan belge ve resmi kayıtları malzeme ve muhtevâ yönünden inceleyen bilim dalı” şeklinde kısaca tanımlanan diplomatika
veya diplomatik, Grekçe asıllı “diploma” kelimesinden gelmektedir. “İkiye katlanmış şey, katlanmış kağıt” anlamında olup, eski Yunan’da iki levha arasına yazılmış hukukî akd için de kullanılmıştır. Ortaçağ’ da “diploma” kelimesi yerine berat, mektub, belge anlamlarına gelen charta, epistola, littera, pagina, briet ve urkunde kelimeleri kullanılmış ve daha sonra diploma kelimesi daha farklı bir anlamda resmi dile tekrar girmiştir. (Kütükoğlu, 1994 ; s.2)
Kütükoğlu’na göre; Fransızcada diplôme kelimesi, şehâdet-nâme, berat, imtiyaz anlamlarını taşımakta; burdan türetilen diplomatik kısaca şehâdet-nâme,
imtiyaz-nâme ve eski ahid ve kanunlarla berat vs.yi halletmek fenni olarak ifade olunmaktadır. Osmanlıda bu kelimenin karşılığı, padişah tevcihi, vazife, imtiyaz veya bir yetki veren nişan, biti, menşur ve berat terimidir.
Batıdaki diplomatika çalışmaları;
1-Dom Jean Mabillon (1632-1707) dan önceki dönem,
2-Dom Jean Mabillon dönemi (1632-1707)
3-D.J.Mabillon’dan günümüze dek gelişerek devam eden diplomatika ilmi.
Şeklinde üç dönem halinde incelenebilinir.
Mabillon’dan önceki dönemde diplomatika:
Bu dönemde Ortaçağ Avrupasında, tarihçiler için en önemli kaynaklar, kilise tarihleri, azizlerlerin, râhib ve râhibelerin hayat hikayeleri vs.nin muhafaza edildiği kilise arşivleridir. Fakat kullanılan malzemelerde bugünki anlamda bir metin tenkid ve tahlilinden bahsedilemez. (Giry,1925; s.51). Sadece 14. yüzyılın başlarında Dominikan Bernard Guı, diğer tarihçilerin aksine belgeleri, bir tenkid ve tahlile tabi tutarak kullanmıştır. (Tessier,1952; s.10). Fransa’da nesiller boyu devam eden kraliyet ailesine âit belgeler ciddi bir titizlikle muhafaza edilmiş, özellikle bazı hukukçular ve bu mazemenin muhafazası işinde görevli şahıslar bu konuda uzmanlaşmışlardır. Bunlardan biri Gérard de Montaigu’dur. Bu zat V. Charles’in emrinde çalışırken kraliyet dışındaki malzemelerle de ilgilenmiş, bugünki anlamda diplomatik metin tenkidi yapmıştır. (Kütükoğlu,1994; s.3)
Mabillon dönemi (1632-1707):
Diplomatiğin bir ilim dalı olarak ortaya çıkması, pratik bir ihtiyaçtan doğmuştur. Ortaçağda savaşlar sırasında bir çok vesikanın kaybolması sonucu ortaya çıkan çok sayıdaki sahte belgelere karşı bir önlem olarak ve daha önce yazılı olmayan gelenek hukukunu yazılı delillere dönüştürme ihtiyacı bunun en önemli sebebidir. Bununla birlikte sahte belgeleri hakiki olanlardan ayırmak için kullanılan titiz ve ilmî metodlar ancak 17. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.
Diplomatik gerçek anlamda ilim olma hüviyetini, Paleografinin de öncülerinden sayılan Fransız Bénédictin Tarikatı üyesi, D.Jean Mabillon (1632-
1707)’un 1681’de yayımladığı De re diplomatica libri sex adlı eseri ile kazanmıştır. Bu eserle çeşitli arşiv belgelerinin özellikleri, araştırma ve inceleme usûllerinin temelleri atılmış; gerçek ve sahte belgelerin ayırd edilmesi husûsunda kurallar konmuştur. (Giry, 1925; s.52).
Mabillon’dan günümüze diplomatika çalışmaları:
Mabillon’u tâkiben, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın diğer ülkelerinde bu konuda çeşitli eserler meydana getirilmiştir. İngiltere’de Madox, 1702’de
Formulare Anglicanum; İtalya’da Maffei, 1727’de Istoria Diplomatica; Fransa’da René Prosper Tassin ve Charles François Taustain (1750-1765) yılları arasında yayınladıkları altı ciltlik Nauveau Traité de Diplomatique (Diplomatik Üzerine Yeni Risâle); D. De Vaines, 1765’de Göttingen’de yayınladığı Dictionnaire de
Diplomatique Gätterer, Elementa Artis Diplomaticae; Schoneman 1801’de Hamburg’da yayınladığı iki ciltlik Essai de Systéme Général de Diplomatique (Gökbilgin 1979; Kütükoğlu 1994) adlı eserlerle Diplomatik ilmine yenilikler getirmişlerdir. Yine 19 yüzyılda fransız ekolünden, Benjamin Guérard, Natalis de Wailly, Léopold Delisle, Levillain, A. Giry , F. Lot, Alman ekolünden de Th. Von Sickel, Julius Ficker ve Harry Breslau diplomatika konusunda önemli eserler ortaya koymuşlardır.
Ortaçağ Latin Kültüründe Vesîka Rükünleri :
Ortaçağ Latin kültüründe, bir resmi belge esas olarak üç kısımdan oluşmaktadır; Giriş protokolü, ana metin ve bitiş protokolü. Belgedeki diğer unsurlar bu üç rüknü tamamlayan yardımcı şartlardır.
Ortaçağ İslam ülkelerinde kullanılan resmî vesikalarda da esas olarak aynı ayrımı görmekteyiz; Giriş protokolü, metin ve bitiş protokolü (W.Björkman,1965; s.301) Bu konuda tafsilat İslâm ülkeleri diplomatikası bölümünde verilmiştir.
Resmî vesikaların genel şeması şu şekildedir. (Giry,1925; s. 55 vd.).
I.Giriş Protokolü (Başlangıç) (Le protocole initial):
1-Dâ’vet
2-Adres
3-Hitab
4-Selam
II.Metin;
1.Önsöz / Giriş
2-İblağ veya bildiri
3-Açıklama
4-Hüküm
III.Metin (devamı) Son Maddeler
1-İhtar cümleleri
2-Yasaklayıcı cümleler
3-Kaldırıcı cümleler
4-Kısıtlayıcı cümleler
5-Zorunlu cümleler
6-Reddedici cümleler
7-Tehdid edici cümleler
a-Bedduâlar ve Aforozlar b-Ceza cümleleri
8-Çeşitli formalite formülleri:
a-Vesikanın kaleme alınması
b-Tevcih ve gelenek formülleri,
c-Îmâ ve kayıt, d-Özel şart
9-Geçerlilik İşâretleri
IV.Bitiş Protokolü;
1.Tarih
2.Değerlendirme
A.Giry, Ortaçağ Latin kültüründe krala âit belgeleri de şu şekilde sıralamıştır;
1.Kapalı mektuplar
2.Acele gönderilecek mektuplar ve damgalı mektuplar
3.Kapalı mühür ile mühürlenmiş mektuplar
4.Kralın emir ve fermanları
5.Beratlar, icâzetler (Brevets) (Giry,1925; s.780-785)
İkinci Bölüm
İSLAM ÜLKELERİNDE DİPLOMATİKA İLMİ
İslâm ülkelerinde diplomatika ilmi, İslâm’ın ilk yıllarına kadar uzanan ve bütün İslâm âleminde büyük etkileri olmuş olan, geniş bir edebiyat türü içinde yer almıştır. Yukarda da işaret ettiğimiz gibi; İlm-i inşâ adı da verilen bu ilim dalı en geniş anlamıyla; diplomatika’nın yanında paleografya veya epistolografya’yı da kapsamaktadır.
I-Arab Dilinin Kullanıldığı Ülkelerde İnşâ ve Kitâbet İlmi
Emevî halîfesi Abdülmelik b. Mervân (h.65 - 86 / m.685 -705) devletin tüm yazışmalarında, tırâz ve sikkelerde arapçalaştırma politikasını başlatan ilk halife olmuştur. Fârs inşâ sanatı bölümünde işâret ettiğimiz gibi, daha önce değişik bölgelerde farsça, grekçe ve kıptî dilinde tutulan resmî kayıtlar tamâmen terkedilmiş, arap şekil ve uslûbuna geçilmiştir. Bu geçiş (h.78/697)’den itibâren önce Irak divanlarında başlamış, Suriye ve Mısır divanları, daha sonra da Horasan divanları bunu takip etmiştir. Ve bu divanlarda çalışan çok sayıda zimmînin işine de son verilmiştir. (ed-Dûrî, (1994; s.379-380).
Abbâsîler Emevî dîvân sistemini geliştirip, yaygınlaştırmışlar ve merkezî birbürokratik sistem oluşturmuşlardır.
Abbâsî’lerde kurulan divanlardan birisi de yazışma işleri ile ilgilenen ve doğrudan vezir veya onun görevlendirdiği bir kâtibin kontrolünde olan Dîvânü’r- resâil’dir. Mektuplar ve resmî belgeler, verilen emir doğrultusunda başkâtip tarafından hazırlanır, halîfe veyâ vezir tarafından tasdik (tevki‘ ve alâmet koyma) olunduktan sonra bir sûreti çıkarılır, kaydının yapılıp muhafaza olunması için el- Hizânetü’l-Uzmâ (Osmanlıdaki adı “Hazîne-i Evrâk”) adı verilen devlet arşivine gönderilirdi.
İnşâ ve kitâbet sanatı üzerine yazılan eserler İslâmın ilk yıllarından îtibâren, kâtibler için hazırlanmış arapça el kitabları (inşâ ve kitâbet eserleri) (manuals) İslam diplomatik ilminin temelini oluşturmaktadır ki, bunlardan bir çoğu günümüze kadar ulaşmıştır. Aşağıda örnekleri verilen bu eserlerin bir bölümü, kitabet sanatıyla ilgili teorik bilgiler ve katib sınıfına tavsiye ve nasihatları ihtiva eder. Bir diğer kısmı, tarih ve isim belirtmeden örnek vesika formları içerir. Diğer bir kısmı ise bu iki tür eseri bir araya getirmiştir. Yâni hem pratik ve teorik bilgiler hemde belge örneklerini içerir. Bu inşâ eserleri zamanla hem sayı hem de içerik açısından daha da gelişerek Memlükler döneminde, al-Kalkaşandî’nin Subhü’l-a’şâ fî- sinâ’ati’l-inşâ’ isimli eseri ile ansiklopedi haline ulaşmıştır.
İnşâ ve kitâbet veyâ âdâb kitâbları adı verilen bu eserler, günümüzde diplomatika ilminin konusu olarak kabül edilen hemen her konuyu ele almıştır denilebilir.
Sözkonusu eserleri üç kısım halinde ele alıp inceliyoruz; (İnalcık, 1964; s.678; B.Kütükoğlu,1988; s.169)
Birincisi: İnşa ve kitâbet ilmine yeni başlayanlara âdâb ve erkanı, yazı şekillerini ve yazı malzemelerini öğretmek amacıyla yazılan öğretici eserler, (Formüler mecmualar); Arapça âdâbü’l-kuttâb başlığı altında yazılan kitabların çoğu bu kapsam içerisindedir. Bunları en iyi örneği, Abu Bekr Muhammed b. Yahya es-Sûli (ölm.335=916)’nin Edebü’l -küttab (nşr. Muhammed Behcet ve Mahmud Şükri al-Alusi, Kahire 1341) adlı eseridir. el-Meyhenî’nin Düstûr-i Debîrî (nşr. A.S. Erzi, Ankara 1962), Hasan b. Abdü’l-Mü’min el-Hoyi’nin (Erzi, 1963) eserleri ve Osmanlıca olarak Yahya b. Mehmed’in Menâhicü’l-İnşâ’sı. Tekin (1979) bu guruba dahil olan eserlerdir.
İkincisi: Orjinal veya vesika suretlerini toplayan eserler: (teorik denemeler); Bu tür eserler, inşâ san’atında ustalaşmak ve derinleşmek isteyen katibler için bir “el
kitabı” olarak hazırlanmıştır. Örnek olarak; İbrahim b. Muhammed al-Mudabbir al-Şaybani (al-Risâletü’l -’azrâ’, nşr. Muhammed Kürd-‘Ali, Resâilü’l-bulagâ, Kahire, 1946). (İnalcık,1964; s. 680; Roemer,1952; s.16) Üçüncüsü: Kâtipler için gerekli her çeşit bilgiyi bir arada toplamağa çalışan ansiklopedik veya karma tip eserler; Yukarda açıklanan formüler mecmuaları ve teorik denemeler adını verdiğimiz inşâ eserlerinin ele aldığı konuları kapsamakla birlikte bir kâtibin bilmesi gereken her türlü bilgi bu karma tip eserler içinde yer almaktadır.
Ansiklopedik veya karma tip eserler dediğimiz bu türün en önemli eseri hiç şüphesiz, te’lifi (h.815-1412) yılında tamamlanan Ebu’l-Abbas Ahmed el- Al- Kalkaşandî’nin, Kitâbü Subhi’l-‘Aşâ fî Kitâbeti’l-İnşâ’. (eser, 14 cilt halinde (m.1913-1920) yılları arasında Kahire’de yayınlanmıştır.)
Kullanılan belge çeşitleri
Arapça yazılmış vesikalarda kullanılan genel terimler;
Kitab, vesîka, sakk, sened, huccet, sicil ve zahîr dir.
Bazı terimler zaman zaman birbirlerinin yerine de kullanılmıştır.
İslam’ın ilk yıllarında resmî belgeler genel olarak “kütüb” olarak adlandırılmış, daha sonra “kütübü’l-hâssa” ve “kütübü’l-âmme” şeklinde ikiye ayrılmıştır.
Kağıtların kullanımında mizanpaj kuralları:
Gerek al-Kalkaşandî’de gerekse başka münşeatlarda, söz konusu devirde kullanılan kağıtlar ve kağıt çeşitleri, hangi tür vesikarda ne tür ve hangi ebatda kağıt kullanılacağı konusunda ayrıntılı bilgiler verilmektedir.
Resmî belgelerdeki tevki’ ve alâmetler:
Aslen arapça olan “tevki‘”kelimesi, sözlükte; bir şeyi vâki’ ettirme, mektup ve dilekçenin altına gerekeni yazmak, imza etmek, bir çeşit yazı, bir çeşit yürüyüş, araziye yer yer yağmur yağması gibi anlamlara gelmektedir. Karaman & Topaloğlu (1979, tevki’ maddesi). İslam Devletlerinde bir resmî yazışma ve diplomatika terimi olarak tevki’, zaman zaman birbirinden farklı şekillerde hükümdarın kararı, bunun yazılı sureti, nişan, berat, ferman, hükümdarlara mahsus alâmet, tuğra ve zaman zaman da mühür anlamında kullanılmıştır.
Arapça Belgelerin Diplomatik Unsurları (RÜKÜNLER)
Genel olarak bir arapça resmî belgede şu rükünler yer alır:
Belgelerin Başında Yer Alan İbâreler (fevâtih):
Diplomatika ilminde, resmi yazışmaların “giriş protokolü” denilen bu bölüm, İslam Dünyası belgelerinde “fevâtih” başlığı altında ele alınmıştır. Şu
bölümlerden meydana gelir:
a-Besmele :
“Allah’ın adını anmak” demektir. “tesmiye” terimi de aynı anlamı ifade etmektedir.
Bu yüzden söz konusu rükün Osmanlı Diplomatika’sında “dâvet rüknü”
olarak ifade edilmektedir.
İslam Devletleri’nde ki kullanımda; Besmele, vesikanın başına genellikle ayrı
bir satır halinde müstakil olarak yazılmış, bazan yanına “hamdele” ve “salvele”
cümlelerinin ilave edildiği de olmuştur.
Osmanlı Beratları Kapsamında Diplomatika İlmi veya “İlm-i İnşâ”
b-Unvân ve Elkâb:
Vesikanın kimden kime gönderildiğini belirten bu kısım, özellikle mektuplarda ihmal edilmemiştir. Klişeleşmiş şekliyle “min falân ilâ falân” tabirinde en genel ifadesini bulur. (Kalkaşandi, 1914, c.VI; s.198-204)
c-Hamdele:
Bu terim, “elhamdülillah” yani “hamd Allah’a mahsustur” anlamını ifade etmektedir. Önemli resmî belgelerin başında yer alır.
d-Salvele: Salât ve Selam cümleleri.
Peygambere salât ve selam ifadeleri bazan besmeleden sonra, bazan hamdeleden sonra ve bazan da belgenin sonunda yer alır.
e-Ba’dele-Ba’diye:“emmâ-ba’d” (bundan sonra) anlamındadır. Bu ifade ile birlikte konuya giriş yapılır. Hz. Peygamber’in de kullandığı bu terim, resmî
belgelerin çoğunda yer almıştır. (Kalkaşandi, 1914, c.VI; s.212-227).
Metin Kısmı (mâ-beyne’s-selâmeyn):
Osmanlı vesiklarında “nakil ve iblağ” ve “emir veya hüküm” ve bazan da
“te’kid ve tehdîd” denilen kısımları içine alan metin kısmı, belgenin gövdesini ve esasını oluşturan kısımdır. Konu bu kısımda ele alınır ve açıklanır.
Bitiş Kısmı (hâtime):
Genel olarak tarih, mühür ve imzadan oluşan hâtime bölümü, metne sıhhatlilik kazandıran ve belgenin güvenilirliğini artıran unsurlardır.
Batı diplomatikasında “bitiş protekolü” denilen bu kısmı da Osmanlı
beratları bölümünde örnekleri ile ele alacağız. Ancak bu üç teknik unsurun dışında bazı terim ve klişeler de hâtime kısmı içinde yer almaktadır.
II.Farsçanın Hâkim Olduğu Ülkelerde Diplomatika İlmi
İnşâ eserleri ve belge çeşitleri
Fars inşâ sanatı ve eserleri konusunda en önemli çalışmalardan biri H.R.Roemer’in, Staatsschreiden der Timuridenzeit (Wiesbaden 1952) adlı eseridir. Bu eserin özellikle oldukça geniş olan giriş kısmında Fars inşâ sanatı hakkında kıymetli bilgiler vardır ki, bu tezimizde zaman zaman atıfta bulunulmuştur.
Gazneli Mahmud’un (m.999-1030) Farsça’yı resmî dil kabül etmesiyle birlikte aşağıda örnekleri verilen muhteşem inşâ kitabları oluşturulmuştur ki, bu inşâ kültürü daha sonra türk kültürü ile ortak bir kültür halinde Selçuklular vasıtasıyla Osmanlı inşâ sanatını, modern kullanımı ile “Osmanlı Diplomatikası”
nı büyük oranda etkilemiştir. (Wittek, 1957, WZKM, LIII-LVIII ; İnalcık,1964;
s.672).
İslam Âlemi’nde Fars etkisi özellikle üslûb ve lügavî şekillenmeyi kapsarken, Bizans kültürü biçimsel yönden belirli etkilerde bulunmuştur denilebilir. Bu etkilerin hangi ölçülerde, ne zaman ve nerde daha yoğun olduğu, hangi noktalarda çakıştıkları, başlangıçtaki arap unsurlarıyle nasıl bütünleştikleri derinlemesine araştırılması gereken bir konudur.
Fars inşa edebiyatının beşiği Harezm’dir. Bu sanatın ilk ustası Harezmşah
Atsız’ın (m.1127-1128) meşhur saray şairi Raşîd ad-Dîn Vatvat (ö.1182) dır.
Watwat’ın Arâisü’l-havâtır ve İbkârü’l-efkâr isimli eserleri İran’da neşredilmiştir (Toyserkani 1960). Bir başka önemli eser Münşî Bahaüddin b.Müeyyed el- Bağdâdî’nin 1182/3 sıralarında telif ettiği bu At-tawassul ilâ’t-tarassul. (Roemer,1952; s.5) adlı eseridir.
Farsça diplomatika eserlerinin en önemlilerinden ve en eski tarihlilerinden birisi de h.VI. asrın başlarında (m.12. asır) yazıldığı tahmin olunan Destûr-i Debîrî’ (Süleymâniye ktb., Fâtih , nr. 4074, vr.51a-100b) dir.
Selçuklu döneminde (h.717-727) tarihleri arasında yazılmış olan en önemli
farsça münşeâtlardan birisi de Takârîrü’l-Manâsıb. (Turan,1988; s.XIV-XV) dır.
Farsça beratların diplomatika unsurları ve osmanlı beratları ile mukâyesesi
Reşidüddin Watwat’a baktığımızda XII ve XIII.yy.da Fârisî bir beratın diplomatik unsurları şu şekilde olduğunu görürüz: (Toyserkani, 1960; s.90-91).
a) Mukaddemât bölümü:
Tayin yapılan makamın din ve dünya bakımından kadir ve kıymetinin belirtildiği genellikle “çün..” kelimesi ile başlayan kısımdır. Beratın önem ve çeşidine göre uzun (Tekarir, ves. 3, 5, 21 vd.) veya daha kısa olabilir veya bazen tamamen terkedilebilir (Tekarir, ves.11,15,17) bu durumda doğrudan tayin veya tevcih yapılacak şahsın isim ve evsâfı belirtilir.
b) Kendisine görev verilen şahsın bu işe layık olduğunu gösteren sıfatlarının belirtilmesi.
c) Görev tevcihi bölümü.
d) Verilen yetki, imtiyaz ve görevlerin belirtilmesi.
Osmanlı beratlarında emir/hüküm rüknü içinde yer alan bu bölümün beratın konu ve çeşidine göre belli klişeleri vardır. “tâ” veya “kî” eki ile bu kısma giriş yapılır ki, bu Osmanlı beratlarında da kullanılan yapıdır (Wittek,1957; LVIII).
Burada görev sahibi, diğer deyişle berât sahibinin yapacağı işler, sorumluluk alanı, hakları vs. görevi ile ilgili bilgiler verilir. f)Te’yid ve te’kid bölümü:
Vesikanın sıhhatine dikkat çeken formül veye formüllerden oluşur.
En çok kullanılan klişe, Ve i‘timâd ber tevki‘ gonend (Turan, 1988; ves. 30-32) (tevki‘e i‘timat kılalar) vb. şeklindedir. Bu cümlenin Osmanlı vesikalarında en çok kullanılan kalıbı Alâmet-i şerîfe i‘timad kılalar biçimindedir.
Üçüncü Bölüm
OSMANLI DİPLOMATİKA İLMİ, DOĞUŞU ve GELİŞİMİ
Osmanılı öncesi İslam Devletleri diplomatikası bölümünde geniş olarak değindiğimiz gibi, Asr-ı Saadet’ten itibaren, özellikle yabancı ülkelerle yapılacak resmî yazışma usülleri ve tekniklerinde dikkat edilmesi gereken kurallara büyük
bir özen gösterilmiş, bu amaçla da pek çok sayıda inşã ve kitãbet eserleri oluşturulmuştur ki, bunların herbiri birer diplomatika eseridir.
Aşağıda örneklerini verdiğimiz gibi, yazışma kural ve tekniklerini uygulamadaki bu titizlik, bir gelenek olarak, diğer islam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı’ya da intikal etmiş, ancak, İlhanlı, Fars ve Arab diplomatikasının etkisiyle kendine has bir şekil ve hüviyet almıştır.
İstanbul’un fethinden sonra, Latin diplomatikası ile de karşılıklı bir etkileşim olduğunu, özellikle vesika rükün ve çeşitlerini incelerken daha açık olarak görüyoruz. Sözkonusu dönemde Osmanlı bürokrasisinde, evrak ve defter kullanma sistemlerinde önemli gelişmeler olmuştur. Tacizãde ve bilhassa Celãlzãde Mustafa Çelebi’nin açtıkları yol, daha sonra Okcuzãde ve Ramazanzãde gibi münşiler tarafından da devam ettirilmiş ve Tanzimat’a kadar etkisini devam ettiren bir ekol olmuştur.
Osmanlı diplomatikasının ele alınıp incelenmesi yolunda, yapılan ilk çalışmalar, batılı araştırmacılar tarafından, 17. yüzyıldan itibaren, ihtiyaca binaen, bazı osmanlıca resmî belgelerin yayınlanması şeklinde, tamamen pratik amaçlarla başlatılmış, zaman içerisinde bu yayınların sayısı artarak fazlalaşmıştır.
Osmanlı belgelerine verilen bu önem, çok geçmeden bazı Osmanlı aydınlarının da dikkatini çekmiş, özellikle son yıllarda bu konuda ihmalkãr davrandıklarını, selefin büyük itina gösterdiği belge ve arşivlere gereken özenin gösterilmediğini itiraf etmişler, telafi yolunu seçmişlerdir. (Kütükoğlu, 1994; s. 8-9).
II. Meşrutiyyet’ten bir yıl sonra kurulan Tarih-i Osmanî Encümeni’nin neşir organı olan ve 1914 yılında yayınlanmağa başlanan Tarih-i Osmânî Encümeni
Mecmuâsı (TOEM) ile birlikte, belge yayınlama devri başlatılarak, Osmanlı Diplomatika İlmi’nin temelleri atılmıştır.
20. yüzyıl başlarından itibaren de Avrupa diplomatikasının da etkisi ile, “Osmanlı diplomatikası” adıyla ayrı bir bilim dalı haline gelmiştir. Bu nedenle Osmanlı diplomatikasını iki ana devre halinde ele alınmalıdır:
Birinci devre: Osmanlı Münşeâtları, Kitabet-i Resmiyye
Geniş bir listesi bibliyografyada verilen Osmanlı inşâ’ eserleri, diğer bir ifade ile Osmanlı münşeâtları birer diplomatika eseri kabül edilmelidir. Bu tür eserler, genel olarak, tanzimattan sonra Kitãbet-i Resmiyye adını almış, uzmanlarına da münşî yerine kãtib denmeye başlanmıştır. bazan da münşeat ve kitabet şeklinde her ikisi birlikte kullanılmıştır. (M.İpşirli, 1986; s.1-8). Bu tür eserlerin en önemli ve en kapsamlısı, II. Selim ve III. Murad’ın nişancılık hizmetinde bulunmuş olan Feridun Ahmed Bey (ö. 1583) ‘in, 982=1575 tarihinde Sultan III. Murad’a sunduğu Münşeâti’s-Selatin adlı
derlemesidir. Söz konusu bu eser üzerinde bir çok tarihçi tarafından önemle durulmuş, Feridun’undan sonraki ilaveler dışında, özellikle Osmanlının ilk dönemlerine ait bir çok vesikanın bizzat müellif tarafından düzenlendiği (intihal ve tasni’ olunduğu) iddia olunmuş ve bu iddialar delillendirilmeye çalışılmıştır. (Kraelitz,1916; s.242).
Feridun’un eserinden sonra bir önemli münşeât da Reisülküttab Sarı Abdullah Efendi(ö.1071=1660)’nin 128 parça vesikayı ihtiva eden münşeâtıdır. (Erzi, 1950; s.631-647).
Deneme ve derleme türü münşeatlara örnek olarak da: En eski tarihli münşeât Ahmed ed-Dai’nin Teressül isimli eseridir. (Manisa Muradiye, nr.1856/3, vrk.113-121) de kayıtlıdır (Ateş, 1948; s.3-4; Ertaylan, 1952; s.325- 328). Ancak elimizdeki derli toplu en eski Osmanlıca münşeât Kırım’lı Hafız
Hüsam’ın Teressül adlı münşeâtıdır. Şinasi Tekin tarafından Menahicü’l-İnşa’. The Earliest Ottoman Chancery Manuel by Yahya bin Mehmed el-Katib from the 15th Century başlığı ile (Roxbury, Mass. 1971) de yayınlanan münşeât mecmuasından 50 yıl kadar önce istinsah olunan Kırımlı Hafız Hüsam’ın bu münşeâtına dipnotta da belirtildiği gibi yine aynı müellif dikkat çekmektedir. (Tekin, 1971; s.283).
İkinci devre: Modern Anlamda Osmanlı Diplomatikası
Bu devir de kendi içerisinde; Belge yayınları, Osmanlı arşiv ve tasnif çalışmaları ve Cumhuriyet dönemi arşiv çalışmaları şeklinde iki ana başlık halinde ele alınmalıdır:
Belge yayınları, Osmanlı arşivi ve tasnif çalışmaları
Münşeât eserleri geleneğinin dışında, Osmanlı’da ilmî ilk diplomatika çalışmaları tasnif çalışmaları ile birlikte belge neşri şeklinde başlamıştır. Bu nedenle öncelikle arşivlerin kurulması ve korunması üzerinde durulmuştur.
II.Meşrûtiyet’in ilanından ve özellikle Abdurrahman Şeref Bey’in vak‘anüvisliğe tayini ve 1909’da Târîh-i Osmânî Encümeni’nin kurulmasını takiben osmanlı vesiklarını koruma ve inceleme maksadıyla ciddi çalışmalar başlatılır. Bu kuruluşun yayın organı olan TOEM’de yayınlanan A.Şeref ve Musa Kâzım’ın makaleleri (Cilt 1, sayı 1 ve 2) Osmanlı diplomatikasını ele alan ilk çalışmalar olarak kabül edilir. (Kütükoğlu,1994; s.7). Daha sonra, yoğun bir şekilde belge yayınlama devri başlar ve devam eder.
Avrupalı ilim adamları tarafından Osmanlı belgeleri üzerinde ilk çalışmalar esas olarak, XIX. yy.ın ortalarında başlamıştır. XX. Yüzyılın başlarına kadar genelde Macar, Romen ve kısmen de Avusturyalı araştırmacılar tarafından yapılan bu çalışmalar diğer ilim adamlarının da dikkatini çekmiştir.
Bu amaçla hazırlanan ilk eser , F. Kraelitz’in XV. Yüzyılın İkinci Yarısında
Türkçe Yazılmış Osmanlı Belgeleri (Viyana, 1921) adlı çalışmasıdır. Bu eserle ilk defâ Osmanlı belgeleri diplomatik yönden kritiğe tâbi tutulmuş, Avrupa belgeleri ile kıyaslanarak diplomatik unsurlar (rükünler) bakımından benzerliklere dikkat çekilmiş, Osmanlı diplomatiği üzerinde Avrupa diplomatiğinin etkisi olabileceği iddiâ olunmuştur.
Cumhuriyet döneminde diplomatika çalışmaları ve arşivler
Yukarda da belirttiğimiz gibi cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı Arşivi tasnif çalışmaları ile birlikte diplomatika çalışmalarına da gereken önem verilememiştir. 1925 yılında tasnif çalışmaları Hazîne-i Evrak (Osmanlı Arşivi) ın sınırlı sayıdaki personeline ve Maârif Vekâleti tarafından görevlendirilen kişilere bırakılmıştır.
1928 yılında Ahmet Refik (Altınay) Babıali arşivinde bulunan belgelerin yayınlanmasında sistemli ve planlı bir çalışma yapılması gereği üzerinde durmuş,
Osmanlı devletinin yabancı ülkelerle ilişkilerine ait kaynakların, her birinin kendine has özelliği olduğu için, ayrı olarak neşredilmesini teklif etmiştir (TTEM, 1928). Maalesef bu teklif kabül edilmemiş ve arşivlerin yeniden yapılanması konusunda herhangi bir adım atılmamıştır. (Reychman & Zajaczkowski,1968; s. 26-27).
Bu yılları takiben tasnif çalışmalarında ciddi bir duraklama hatta gerileme olduğunu görüyoruz. Nitekim, İstanbul Defterdarlığı Maliye Arşivi evrakının bir bölümü, 1931 yılı Mayıs ayında, kuru ot ve paçavra fiatına, okkası üç kuruş on paraya Bulgaristan’a satılmıştır. Kıymet biçilemez bu tarihi belgeler ot balyaları gibi çemberlenip, vagonlarla Bulgaristan’a gönderilirken, bu durum Son Posta Gazetesi yazarlarından İbrahim Hakkı (Konyalı) tarafından tesbit edilir, bizzat ilgili makamlara başvurarak bu satışın durdurulmasını talep eder ancak başarılı
olamaz.
Daha sonra Muallim (Mehmed) Cevdet (İnançalp) olayın takipçisi olmuş, nihayet hükûmetin emri ile satış durdurulmuş, gönderilen evrak geri istenmiş, ancak Bulgaristan evrakın küçük bir kısmını iade etmiştir (Bulgaristandaki Osmanlı Evrakı, D.A.Genel Müdürlüğü, 1994). Olaya sebep olanlar hakkında soruşturma açılmış, fakat çıkarılan genel af nedeniyle olayın müsebbibleri cezalandırılmaktan kurtulmuşlardır (Bulgaristan’a Satılan Evrak..D.A.Genel Müd.Yayını, 1993).
8 Ekim 1932 tarihli İcrâ Vekilleri Heyeti kararı ile Muallim Cevdet’in başkanlığında yeni bir tasnif heyeti oluşturulmuştur. M.Cevdet’in 1935’te istifasına rağmen 1937’ye kadar çalışmalarını devam ettiren bu heyet, “Cevdet Tasnifi” adı verilen yeni yazı ile hazırlanmış otuz dört ciltlik bir katalog hazırlamıştır. Bu tasnifde de İbnülemin Tasnifi’nde olduğu gibi, belgeler belli ana konulara ayrılmış, 218.833 adet belge on yedi bölüm halinde sınıflandırılmıştır.
Modern arşiv tasnif tekniklerini uygulamak, Türkiye’deki arşiv meselelerine çözüm bulmak ve yol göstermek amacı ile 1935’de Macar arşiv uzmanı ve osmanlı tarihçisi Dr. Lajos Fekete resmen Türkiye’ye davet edilmiştir. Fekete
1936-37 yıllarında Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde örnek bir tasnif sitemi olan, modern arşiv tasnif usüllerinden provenance sistemini, (yani belgelerin işlem gördükleri tarihteki aslî düzeni içinde fonların parçalanmadan korunup tasnif edilmesi) uygulamıştır.
Diğer taraftan, Topkapı sarayı’nda da ayrı bir saray arşivi kurulur ve tasnif çalışmalarına başlanır. 1938-40 yıllarında konu üzerine düzenlenmiş, alfabetik bir katoloğun ilk iki fasikülü yayınlanır. Aynı tarihlerde Vakıflar Genel Müdürlüğü’de vakıflar arşivinden belge yayınlamağa başlar. M.Yazır, Eski Yazıları Okuma Anahtarı, (İstanbul 1942) isimli eserinde evkaf arşivinden belge örnekleri verir.
Osmanlı Arşivi’nin kuruluş tarihi kabül edilen 1846 yılından 1986 yılına kadar sürdürülen tasnif çalışmaları daima az sayıda, sınırlı bütçe ve imkanlarla çalışan elemanlar tarafından yürütülmüştür. 1984 yılından itibaren Nejat Göyünç, H. İnalcık ve bir kısım Osmanlı tarihçilerinin öncülüğü ile Türk arşivciliğinde yeni bir hamle başlatılmış, İstanbul vakıflar Başmüdürlüğü’nün 30 Mart 1985’teki “Arşivcilik ve Dokümantasyon
Paneli” ve Türk Arap Kültür İlişkileri Vakfı’nın 17-19 Mayıs 1985’te düzenlediği “Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları Sempozyumu” ile arşiv ve dolayısı ile Osmanlı diplomatikası konusu tekrar gündeme getirilmiştir.
Geniş bibliyografyasının yanında Osmanlı diplomatikası ile birlikte Arab ve
Fars dillerinde yazılmış çalışmaları da ele alan en önemli eserlerden birisi de Polanyalı ilim adamları A. Zajackowski ile J. Reychman’ın hazırladığı Osmanlı- Türk Diplomatikası El kitâbı (Orjinal adı; Zarys dyplomatyki osmansko-tueckiej.), (İngilizce tercümesi; Handbook of Ottoman-Türkich Diplomatics, The Hague-Paris, 1968) adıyla 1955 yılında Varşova’da yayınlanmıştır.
Özellikle Osmanlı diplomatiği konusunda çalışma yapan diğer ilim adamlarını sıralamak gerekirse; Bulgar Boris Nedkov; Osmanotursca Diplomatika i Paleografia (Sofya 1966) adlı eseriyle, Nedkov’dan sonra onun talebesi Bulgar Asparuh Velkov özellikle mâliye belgeleri üzerinde çalışmıştır.
Osmanlı Diplomatikası ve Paleografyası’nın doğuşu ve gelişim tarihi ile ilgili önemli bir eser de Valery Stojanov’un, Die Entstehung und Entwicklung der osmanisch-türkischen Paleographie und Diplomatik, Klaus Schwarz Verlag,
Untersuchungen, Band 76, Berlin 1983. adlı çalışmasıdır.
Çeşitli kütüphane ve arşivlerde Osmanlı belgeleri le ilgili kitap, katalog ve süreli yayınların da dökümünü veren Stojanov’un bu çalışmasıyla alakalı geniş bir tanıtım ve değerlendirme A. İbrahim Savaş tarafından yapılmıştır.
Osmanlı diplomatikasına emek veren tarihçilerimizden birisi de Halil İnalcık’tır. Osmanlı Araştırmaları Dergisi’de yayınlanan, “Osmanlı Bürokrasisinde
Aklâm ve Muâmelât” ,O.A. I (1980), 1-14., “Şikâyet Hakkı: ‘Arz-ı Hâl ve ‘Arz-ı Mahzarlar” O.A. VII-VIII (1988), 33-54. isimli makaleleri ile Osmanlı bürokrasisinin işleyiş şeklini ele almıştır.
Daha öncede belirttiğimiz gibi Prof. M.Tayyib Gökbilgin hem diplomatika konusundaki araştırmaları hem de bu ilmin üniversitelerde ayrı bir ders olarak okutulmasını gerçekleştirdiği, ve bu alanda ilk türkçe eseri hazırladığından,
Osmanlı diplomatika ilminin öncüleri arasında yer almıştır.
Osmanlı diplomatikası konusunda en geniş ve kapsamlı çalışma, Prof. M. S. Kütükoğlu tarafından yapılmıştır. Hocamız, konuyla ilgili yayınladığı bir çok makaleye ek olarak oldukça hacimli bir diplomatika kitabı yayınlamıştır.
Osmanlı diplomatikasının hemen bütün konuları detaylarıyla ele alınmış, bol örneklerle izah olunmuş ve ansiklopedik bir eser olan Osmanlı Belgelerinin Dili- Diplomatik (İstanbul 1994) ortaya çıkarılmıştır.
Özellikle, Osmanlı maliyesi ile ilgili olup, siyakat yazısı ile yazılmış belgelerin
okunması ve diplomatika açısından tahlilini sağlama noktasında Doç. Dr. Sait Öztürk’ün kaleme aldığı Osmanlı Arşiv Belgelerinde Siyakat Yazısı ve Tarihi Gelişimi (İstanbul 1996) adlı eser de alanında ciddî bir boşluğu doldurmuştur.
Doç.Dr. Ali Akyıldız, başta Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında
Reform (İstanbul 1993) adlı eseri ile devrin bürokrasisini daha iyi anlama bağlamında katgılarda bulunurken diğer taraftan, Tanzimat sonrası osmanlı diplomatikası ile ilgili çeşitli makaleler yayınlamıştır.
Dördüncü bölüm
OSMANLI DİPLOMATİKASINDA BERÂTLAR
Berat; arapça “Berae -Berâet” kelimesinin türkçeleşmiş şeklidir. Berâet ise b- ra-e’ fiilinden türemiş bir mastardır.
Berâtın Tarifi ve Düzenleniş Sebebi
Genel olarak berât: Şahıs veya hükmî şahıslara, bir yetki veya imtiyaz sağlayan veya devlete ait mallar üzerinde tasarruf veya mülkiyyet hakkı te’sis eden ve bu ayrıcalıkları üçüncü şahıslar karşısında tasdik ve emreden sultânî hükümlerdir.
Berâtların Rükün ve Şartları:
Bir belgenin içeriği ve taşıdığı özellikler, o belgenin çeşidi, konusu, muhâtabı ve yazıldığı tarihle ilgilidir. Bununla birlikte genel olarak incelendiğinde, gerek Osmanlı ve öncesi gerekse muasırı olan Avrupa devletlerinin vesikalarında da temel olarak birbirine benzer diplomatik unsurların bulunduğunu görüyoruz. (Babinger,1925; s.163)
Genel olarak belgeler esâsen iki ana bölümden oluşmaktadır:
1.Protoköl (giriş ve bitiş protokolü),
2.Metin kısmı.
Bu iki bölümde kendi içinde çeşitli kısımlara ayrılmıştır ki inşâ eserlerinde bu bölümlere “erkân” adı verilir:
Osmanlı diplomatikasında tüm rükün ve şartları, sultânî vesikalar içinde eksiksiz taşıyan “nâme-i hümâyûn” adı verilen padişah mektuplarıdır.
Fermânlar, nâmelerden farklı olarak pâdişâh ünvanı formülü ile başlamazlar. Berâtlar da esas olarak pâdişâh ünvanı ile başlamadıkları gibi fermânların başlangıcında yer alan “elkâb” ve “duâ” rükünlerini “nakil” kısmı içinde taşırlar. (Genç, 1988; 123)
Diplomatik kurallara titizlikle uyulan diğer resmî belgelerde olduğu gibi, beratlarda da tahrîfâtı önlemek amacıyla âharsız kağıt kullanılmıştır. Kağıt cinsleri ise beratın ve konusuna göre değişiklik göstermektedir. Tezhibli olan berât ve fermanların ebadı ise oldukça büyük tutulmuştur. (Baybura & Altındağ, 1988; s.153 vd.)
Berât Metinleri Üzerindeki Diplomatik İşlemler a) Hatt-ı hümâyunlar veya padişah onayı
Hatt-ı hümâyûn, kısaca padişahların el yazısına denmektedir.
Önemli bazı beratlarda tuğranın yanında veya üstünde, padişahın tasdîkini gösteren “mûcebince amel oluna”, “berât-ı şerîfim mûcebince amel oluna” şeklinde yazılan hükümdarın şahsî yazısına yani hatt-ı hümâyûnuna rastlıyoruz.
Osmanlı diplomatiğinde bu tür beratlara “hatt-ı hümayunla muvaşşah berât” adı
verilmiştir. (Pakalın,1972; s.I,155)
Bu şekilde bir ibâre, padişahın berata olan ilgisini göstermesi açısından berât sahibi için son derece gurur verici ve önemli bir olaydır. Bu nedenle beratlarında
hatt-ı hümâyûn bulunanlar, bunun nişân defterlerindeki sûretlerine de işlenmesini isterlerdi.
b) Derkenârlar
Ölüm veya ferâgat gibi sebeblerle yeniden tevcih yapılmak gerektiğinde daha önce de belirttiğimiz gibi beratla ilgili defter kayıtlarına mürâcaat olunur ve bilgiler iâde olunan eski berata işlenirdi.
sonuç
“Şahıs veya hükmî şahıslara, bir yetki veya imtiyaz sağlayan veya devlete ait mallar üzerinde tasarruf veya mülkiyyet hakkı te’sis eden ve bu ayrıcalıkları üçüncü şahıslar karşısında tasdik ve emreden sultânî hükümler” şeklinde tarif ettiğimiz berat; batı dillerindeki diplomatika teriminin türetildiği “diploma” nın bir karşılığı olarak; Osmanlı Tarihi, Osmanlı Paleografisi ve Diplomatikası’nın dışında, sanat tarihinden müesseler tarihine dek bir çok ilim dalı açısından birinci derecede önemli bir belge türüdür.
J. F. Hammer, XVIII. Asır Osmanlı İmparatorluğu Devlet Teşkilâtı’ndan bahsettiği makalesinde beratları, yazı çeşitleri ve düzeni, şekilsel özellikleri ve içeriği açısından ele alıp; “Avrupanın devlet kançılaryasının bütün zerâfetini arkada bırakacak derecede mükemmeldir” (Hammer, 1941; s. 575) derken
İtalyan Türkolog Prof.Dr. Alissio Bombaci ve Alman Sanat tarihçisi Prof. Dr.Ernst Köhnel, beratların tuğraları üzerinde çalışmış ve tuğralarda yer alan tezhîb ve tezyîn sanatı hakkında yayınlar yapmış ve tuğraların sadece diplomatikayı değil sanat tarihini de yakından ilgilendirdiğini belirtmiştir.
(Bayramoğlu, 1976; s.30)
Beratlar; devletin en yüksek makamı olan vezâretten küçük bir vakıftaki kapıcılık görevine, devlete âit bir işletmeden küçük bir toprak parçasının tasarrufuna kadar bir çok alanda tevcih olunan vesikalar olduğu için, Osmanlı diplomatikası, resmi ve sivil, idarî veya kazâî bütün teşkilatla da yakından ilgilidir.
Kısaca belirtmek gerekirse;
Biz Osmanlı beratları kapsamında diplomatika konusunu incelemekle, Osmanlı ilmi-i inşa veya münşeat geleneğine ek olarak; devletin iktisâdî, idârî ve sosyal kurumlarının yazışma teknikleri yanında, diğer devlet ve toplumlarla olan ilişkilerine de el atmış, osmanlı diplomatikasının en mükemmel vesika formu üzerinde, devlet bürokrasisinin işleyişini görmüş oluyoruz.
Kaynaklar
Arsebük, Esat,(1938) Medenî Hukuk, Ankara
Âşıkpaşazâde, (1332), Tevârih-i Âl-i Osman, (Ali Bey neşri), İstanbul
Ateş, A., (1948) "Burdur-Antalya ve Havalisi Kütübhanelerinde Bulunan
Türkçe, Arapça ve Farsça Bazı Mühim Eserler", TDED, II/ 3-4
Baybura, İ.K. & Ü.Altındağ, (1988) Topkapı Sarayı Osmanlı Saray Arşivi
Kataloğu, Hükümler- Beratlar, Ankara
Osmanlı Beratları Kapsamında Diplomatika İlmi veya “İlm-i İnşâ”
Bayramoğlu, Fuat, (1976)“Tezhibli ve Pâdişah Onaylı Fermanlar”, Kültür ve
San‘at, c.II, İstanbul
Binark, İ., (1979) Arşiv ve Arşivcilik Bibliyografyası (Türkçe ve yabancı
dillerde yayınlanmış kaynaklar) Ankara: Başbakanlık Basımevi
Björkman, W., (1965) “Diplomatic-Classical Arabic”, Encyclopedia of Islam2
Bulgaristan'a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşiv Çalışmaları, (1993) Devlet Arşivleri Genel Müd., Ankara
Bulgaristan'daki Osmanlı Evrakı, (1994) Ankara: Devlet Arşivleri Genel Müd.yay.
Bulgaristan'a Satılan Evrak ve Cumhuriyyet Dönemi Çalışmaları, (1993) Ankara: Devlet Arşivleri Gen.Müd.yay.
“Diplomatik”, (1969), M. Larousse, III, İstanbul
Dûrî, A., (1999) “Dîvân”, İstanbul: Diyanet İslam Ansiklopedisi
Ertaylan, İ.H. (1952) Ahmed-i Da'i Hayatı ve Eserleri, İstanbul:
Erzi, A.S., (neşr) (1963), Hasan b. A. el-Hoyi, Gunyetü'l-Katib ve Münyetü't- Talib,; Rüsûmu'r-Resâil ve Nücûmu'l-Fezâil, Ankara: İlahiyat Fakültesi Yayınları
Erzi, A.S. (1950) "Türkiye Kütübhanelerinden Notlar ve Vesikalar-Sarı
Abdullah Efendi Münşeâtı'nın Tavsifi", Belleten, XIV, Ankara: TTK
Genç, Y.İ., (1988) “Osmanlılarda Beratlar”, İst.Ünv. Y.Lisans Tezi, İstanbul
Giry, A., (1925) Manuel de Diplomatique, Paris
Gökbilgin, T., (1979) Osmanlı İmparatorluğu Medeniyet Tarihi Çerçevesinde
osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul
Guboğlu, M., (1958) Paleografia şı Dıplomatıca Turco- Osmana şı Album,
Romaine
Hammer, Josef V., (1941) (terc.Halit İlteber) “XVIII.Asırda Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Teşkilâtı ve Bâb-ı Âlî”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuâsı, VII/ 1-4, İstanbul
Hoca Saâdeddin Efendi, (1279) Tâcü’t-Tevârîh, İstanbul
İnalcık, H.,(1946) “Bursa Şeriye Sicillerinde Fatih.S.Mehmed’in Fermanları”,
Belleten, XI, Ankara:TTK
İnalcık, H., (1964) "Reis-ül-küttab", İslam Ansiklopedisi, IX, Ankara: MEB
İnalcık, H.,(1954) Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, Ankara: TTK
İnalcık,H. & Anhegger, R.,(1956) Kanunname-i Sultânî, Ankara:TTK
İpşirli, M., (1992) “Bitikçi”, İstanbul: DİA
Karaman, H., & Topaloğlu, B., (1979) Arapça -Türkçe Yeni Kâmûs, İstanbul
Kâzım, M., (1329) “Vesâik-i Tarihiyyemiz”, İstanbul: TOEM
Kraelitz, F., (1921) Osmanische Urkunden in türkischer Sprache aus der zweiten
Halfte des 15. Jahrunderts, Viyana
Kraelitz, F., (1332) "İlk Osmanlı Padişahlarının İsdar Etmiş Oldukları Bazı
Beratlar", V/28 (1332), İstanbul:TOEM
Kütükoğlu, M., (1994) Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul
Kütükoğlu, M., (1994) “Diplomatik”, IX , İstanbul: DİA
Kütükoğlu, B., (1986) "Münşeât Mecmualarının Osmanlı Diplomatiğii
Bakımından Ehemmiyeti" (Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri- Bildiriler 30 Nisan-2 Mayıs 1986, İstanbul: İstanbul Ünv.Yay.
Liddel, H.G. & Scott, R (1968) A Greek-English Dictionary, Oxford
Macar Asıllı Türk Tarihçisi ve Arşivist Lajos Fekete'nin Arşivciliğimizdeki Yeri,
(1994), Ankara: Devlet Arşivleri Gen.Müd.Yayınları
Mansuroğlu, M., (1972) “Bitikçi”, Ankara: İA
Nedkov, Boris (1966) Osmanoturska Diplomatika i Paleografiya, I, Sofia
Osmanlı Fermanları (Ottoman Fermans),(1983), İstanbul: Devlet Arşivleri Yayını
Osmanlı-Türkçe Büyük Lügat, (haz. Heyet), Türdav, İstanbul 1981, I, s.822. Öz, T., (1949) Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu, İstanbul
Öz, T., (1950) "Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde Fatih II.Sultan Mehmet'e
Ait Belgeler", Belleten, 14, Ankara
Pakalın, M.Z., (1972) Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul
Refik, A., (1930) Hicrî 12. Asırda İstanbul Hayâtı (1100-1200), İstanbul
Rasim, A., (1309) Hazine-i Mekatib veya Mükemmel Münşeat, İstanbul
Reychman, J., & Zajaczkowski, A., (1955) Zarys dyplomatyki osmansko-tureckiej, Warsaw, İngilizceye tercümesi; Andrew S. Ehrenkreutz, Handbook of Ottoman- Turkish Diplomatics, Paris 1968. Eser, Devlet Arşivleri Genel Müdürlü tarafından
da Osmanlı-Türk Diplomatikası El Kitabı adıyla türkçeye tercüme edilmiştir, (İstanbul 1993).
Savaş, A.İ., (Temmuz 1995) “Valery Stajanov’un ‘Osmanlı Diplomatikası ve
Paleografyasının Doğuşu ve Gelişimi’ Adlı Eseri Hakkında Bir İnceleme”,
İstanbul:Toplumsal Tarih
Selaniki, (1281) Tarih, İstanbul
Stajanov, V., (1983) Die Entstehung und Entwicklung der osmanisch-türkischen
Paleographie und Diplomatik, Klaus Schwarz Verlag, Untersuchungen, Band 76, Berlin
Şeref, A., (1329) “Evrâk-ı Atîka ve Vesâik-i Târihiyyemiz”, İstanbul: TOEM Tekin, Ş., (neşr.) (1971)Yahya b. Muhammed el-Katib, Menahicü'l-İnşâ,
Roxbury: Community Art Workshop.
Toyserkani, K., (neşr) (1960) Nâmehâ-i Reşidüddin Watwat, Tahran
Turan, O., (1988) Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, -Metin, Tercüme ve Araştırmalar- Ankara: TTK
Uzunçarşılı, İ.H.,(1941)“Tuğra ve Pençeler ile Ferman ve Buyruldulara
Dair”, Belleten, XVII-XVIII, Ankara: TTK
Uzunçarşılı, İ.H., (1941) “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi”, Belleten,V,Sayı 19, Ankara: TTK
Uzunçarşılı, İ.H.,(1939) “Osmanlı Hükümdarı Çelebi Mehmet Tarafından
Verilmiş Bir Temlikname ve Sasa Bey Ailesi, Belleten, III/11-12, Ankara 1939
Wittek, P., (1957) “Zu einigen frühosmanischen Urkunden” , WZKM, LIII- LVIII.
http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/articles/2008/20/NGOK.PDF
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)